Posts by Emin Altun

Planlı Eskitme ve Tarihsel Kökeni: Bozulmak İçin Tasarlandı

Reading Time: 3 minutes

Komplo teorilerine bayılırız, çok iyi bildigimiz bir şey olsa bile oturup dinlemek hoşumuza gider. Ancak, dünyanın düz olduğu ve bunu bizden sakladıkları gibi saçma teoriler o kadar çok kabul gördü ki popüler kültüre entegre oldular. En bariz örneklerden biri planlı eskitme, şirketlerin bizi yeni modeller almaya zorlaması ve böylece tüketimi sürdürmek için düşük dayanıklılığa sahip ürünler üretmeleri. Bununla birlikte, fikre bir de eleştirel bir gözle yaklaşmak lazım. Belki de her şey büyük şirketlerin cüzdanlarımızı boşaltmak için yaptığı bir komplo kadar basit değildir. Mühendis ve yazar Bob Baddeley, eğer planlı eskitme varsa, bu aynı zamanda ‘senin hatan’dır diyor.

Planlı eskitmenin tarihi, General Motors başkanı Alfred P. Sloan’ın rakip otomobil devi Ford ile rekabet etmek için bir strateji geliştirdiği 1920’lere kadar uzanıyor. Müşterilerin daha iyi bir sürüşe sahip olmaları için aşamalı olarak iyileştirilen model T ile Henry Ford’un ABD’yi domine etme çabasıyla karşı karşıya kalan Sloan, GM arabası olanların en son modeli satın almalarını istedi. Nedeni ise “yenisiyle karşılaştırıldığında geçmiş modellerden belirli bir memnuniyetsizlik” hissettikleri içindi.

Büyük Buhran ve Ampul Üreticileri

Sloan, bisiklet endüstrisinin işleyiş şekli olan yıllık model konseptini arabalarına uyguladı. Ancak, ilk olarak düşük dayanıklılığa odaklanmadılar. GM başkanı “dinamik eskime” terimini kullandı, çünkü niyeti tüketicilerin yeni modellere kıyasla arabalarını modası geçmiş olarak görmeleri ve ihtiyaç duymasalar bile değiştirmeleriydi. 1932’de bir makalede Büyük Buhran’ı atlatmak için tüketimi canlandırmanın bir yolu olarak gören emlakçı Bernard London’du: “Üretildikleri sırada eskiyen sermaye ve tüketim mallarının haritasını çıkarmak”. Makalenin başlığında, belki o zamana kadar iş dünyasında zaten dolaşan bir ifade kullandı: “Planlı eskitme”.

Bazıları bu fikre, faydalı ürünlerin ömürlerine bir sınırlama koyarak London’un önerisinden önce ulaşmıştı. 1924’te Cenevre’deki ana ampul üreticilerinin bir araya gelmesi ise amacı dünya pazarını bölmek olan Phoebus kartelini doğurdu. Bu organizasyon aynı zamanda ampullerin ömür beklentisi için de bir standart oluşturdu. O zamana kadar yaygın olan 1.500 veya 2.000 saat yerine 1.000 saat denildi. Kartel, daha uzun ömürlü ürünler üretenlere para cezası verdi. Ancak, Phoebus genellikle ampul satışlarını artırmak amacıyla yönlendirilmekle suçlanırken, mühendisler 1000 saat sonra verimliliğin düştüğüne, enerji israfının arttığına ve kartelin kazanması için ampul ömrünün kısaltılmasını yalanladıklarına inanıyorlardı.

Bugün tüketiciler arasında, teknoloji şirketlerinin bizi yeni modeller satın almaya zorlamak için düşük dayanıklılığa sahip cihazlar üretme stratejisini yaygın bir şekilde benimsedikleri fikri yayıldı. Ancak Baddeley, bize kendi deneyimlerinden bir ders veriyor. Bir mühendis olarak, sık eskimenin bir nedeni olan değiştirilemeyen pilin geliştirilmesinde bulundu. Ancak uzman, bu kararın tüketicilerin kendilerinden gelen talebe yanıt olduğuna dikkat çekiyor. “Kullanıcılar, cihazın pil ömründen daha uzun süre çalışmasıyla ilgilenmediler,” diyor.

Yeninin Cazibesi ve Planlı Eskitme

Pek çok uzman için anahtar nokta, hepimizin Sloan’ın öngördüğü yeninin cazibesine yenik düşmüş olmamızdır. Planlı eskitme, yalnızca endüstrinin satış yapma arzusuna değil, aynı zamanda tüketicinin en son modele sahip olma arzusuna da yanıt verir. Baddeley için, “Üreticilerin tüketicilere tam olarak istediklerini verdiklerini ve genellikle üründen farklı şekillerde ödün verdiklerini düşündüğünüzde tüm komplo teorisi açıklanıyor. Bu her zaman bir değiş tokuştur. Yale Üniversitesi ekonomi profesörü Judith Chevalier şöyle açıklıyor: “Şirketler tüketicilerin zevklerine tepki veriyor ve bu planlı eskitme sadece üreticilerin aldatması değil, bazen hata daha dayanıklı bir ürüne değer vermeyen en son teknolojiye sahip olan tüketicilerde yatıyor.”

Planlı eskitme için savunulan tezlerden biri ise mevcut tüketici modelinin yaşam kalitesini tarihte daha önce hiç olmadığı kadar yükseltmesidir. Ancak bu tezin antitezi, bu sistemin bir sahtekarlık olarak görülmesi. Apple’in bazı telefonlarını bilerek yavaşlattığını ve batarya problemini hatırlayın. 25 milyon euro ceza aldılar.

120 yıldır yanan patlamayan lamba Centennial Light

Planlı eskitme mitlerinden birinin bir ampule de atıfta bulunması tesadüf değildir; Kaliforniya’daki Livermore-Pleasanton itfaiye istasyonunun ünlü ampulü Centennial Light, 1901’den beri neredeyse sürekli parlıyor ve hatta kendi web kamerasına da sahip. Kaliforniya ampulü, planlanan eskitmeye karşı hareketin simgesi haline geldi. Bazıları ömür boyu sürecek ürünler yapmanın mümkün olduğunu da savunuyor.

Ancak, burada da mit o kadar net değil. Ampul üzerinde yapılan bir çalışma, daha sonra yaygınlaşacak tungsten yerine karbondan yapılan filamanın normalden sekiz kat kalın olduğunu, bu da patlamasını zorlaştırdığını belirledi. Ancak bu kalınlık, olumsuz ve büyük bir enerji verimsizliği anlamına gelir; parlaklığının başlangıçta yaklaşık 30 watt olduğu düşünülürken, bugün sadece dört watt ile parlıyor. Bu da bir küçük Ikea mumunun parıltısına eşdeğer. Centennial Light, planlı eskitmeden önceki zamanlardan kalan bir şey olsa da bugün kimsenin satın almak istediği türden bir ürün değil.

Echo Dot ile İlgili En Çok Merak Edilenler

Reading Time: 4 minutes

Aşağıda Amazon Echo Dot ve Alexa hakkında en çok sorulan bazı soruları yanıtlamaya çalıştım.

Amazon Echo Dot nedir?

Echo Dot, aslında Amazon Echo’nun minik versiyonudur. Dot, ışıklarınızı kontrol edebilir, alarm görevi görebilir ve size pizza sipariş edebilir. Ancak, eviniz büyükse Dot’un yerleşik hoparlörü müzik çalmak için iyi yeterli gelmeyebilir; Bir Bluetooth hoparlöre veya seçtiğiniz başka bir ev hoparlörüne Dot’un 3,5 milimetre ses jakı aracılığıyla bağlayabilirsiniz. Ben yatak odamda kullanıyorum bana yeterli geliyor.

Amazon Echo’nun fişe takılı kalması mı gerekiyor?

Evet. yerleşik bir bataryası yok. Neyse ki, hareket halindeyken Alexa ile konuşmak isteyenler, Echo’nun tüm temel işlevlerini yerine getiren Alexa özellikli bir Bluetooth hoparlörü olan Amazon Tap‘a bakabilirler. Ses özellikleri bir yana Amazon Tap, Dolby destekli, 360 derece stereo ses sunar ve bir şarjla tahmini 9 saat çalışır. Diğer şirketler de kablosuz Alexa özellikli hoparlörler üretiyor, hatta bazı üçüncü part üreticiler Echo için taşınabilir pil satıyor.

Amazon Echo ne işe yarar?

Alexa sayesinde Amazon’un Echo cihazınızdan müzik çalabilir, haberleri dinleyebilir veya e-kitap okuyabilir, hava ve trafik koşullarını öğrenebilir, mac sonuçlarını ve programları dinleyebilir, bilet arayabilir, alışveriş yapabilir, banka hesabınızı kontrol edebilir, ajandanızı kontrol edebilir, zamanlayıcı ayarlayabilir, oyun oynayabilir ve sorularınızı sorabilirsiniz. Akıllı ev cihazlarınızı bağlayabilirsiniz. Echo Dot cihazınızdan becerileri etkinleştirerek daha fazla şey yapmasını sağlayabilirsiniz.

Amazon Echo ve Alexa aynı şey mi?

Hayır, ama ikisi de Amazon’un ürünü. Echo, akıllı hoparlörlerden oluşan bir seridir. Alexa, bu hoparlörlere güç veren yapay olarak akıllı ses asistanıdır. Ancak, Alexa yalnızca Echo ürünlerinde yaşamıyor. Fire TV ve Fire tabletler dahil olmak üzere bir dizi Amazon cihazının yanı sıra Sonos One gibi akıllı hoparlörler, Ecobee 4 gibi akıllı termostatlar ve hatta HP Pavilion Wave gibi bilgisayarlar dahil sayısız üçüncü taraf ürününde bulunur.

Alexa kimdir?

Apple’ın Siri’si gibi Alexa, Echo’nun, Amazon Fire TV’nin ve sayısız diğer bağlı aygıtın içinde yaşayan kişisel asistanın sesidir. Haberleri okumak gibi eylemleri gerçekleştiren bir bulut hizmetidir. Echo’yu uyandırmak için “Alexa” demeniz yeterli. Alexa uygulamasında bu tetikleyici kelimeyi Amazon, Echo veya Computer olarak değiştirebilirsiniz.

Alexa beni gerçekten anlayabilir mi?

Alexa, İngilizce (ABD, İngiltere, Kanada ve Hindistan aksanlarıyla), Almanca, Italyanca, Fransızca, Çince ve Japoncayı anlıyor. Amazon Echo’yu ilk kurduğunuzda, Alexa’yı sesli eğitimden geçirmelisiniz. Alexa uygulamasında, sol üst köşedeki menü simgesine dokunun ve Ayarlar’ı ve ardından Ses Eğitimi’ni seçin. Sizden “Alexa, sesi kıs” gibi yaygın komutları okumanızı isteyecektir. Cümleleri veya tüm egzersizleri tekrarlayabilirsiniz. Alexa uygulaması, onunla yaptığınız her konuşmanın bir kopyasını tutar. Ve Alexa seni sesinden ve aksanından anlar. Uygulama, doğru duyup duymadığını onaylamanızı ister, bu da Amazon’un ses tanıma programını iyileştirmesine yardımcı olur.

Alexa her zaman beni dinliyor veya kaydediyor mu?

Tam olarak değil. Amazon Echo, her zaman tetikleyici kelimeyi dinliyor. Uyandığında, komutunuzu yorumlamak ve yürütmek için sesinizi (uyandırma kelimesini söylemeden önceki 2 veya 3 saniye dahil) buluta aktarır. Ardından, bir kopyasını Alexa uygulamasına gönderir. Ancak, cihaz yanlışlıkla tetiklenebilir ve duyduklarına göre eylemler gerçekleştirebilir. İsteklerinizin kaydedilmesini istemiyorsanız, tek tek kayıtları silebilirsiniz. Amazon, cihaz kayıtlarından öğrendiğinden, bunun gelecekte Echo’nun kullanışlılığını düşürebileceği konusunda uyarıyor. Ek olarak, Alexa’nın kulak misafiri olmadığına güvenmiyorsanız, dinlememesi için Echo’nun üst kısmındaki mikrofon düğmesine dokunabilirsiniz.

Üstteki halka renk değiştiriyor. Farklı renkler ne anlama geliyor?

Amazon Echo’nun tepesindeki halka, ne yaptığını gösteren çeşitli renklerde yanar ve titreşir. Kesintisiz mavi, Echo’nun yeni uyandığını ve dinlediğini gösterir. Açık mavi geldiğinde, Echo’nun isteğinizi işlediğini gösterir. Turuncu ışık, Echo’nun Wi-Fi’nize bağlandığını gösterir, ancak mor, aygıtın bir kurulum hatasıyla karşılaştığı anlamına gelir. Echo’nun üst kısmı ses düzeyini değiştirdiğinde beyaz, mikrofonunu kapattığınızda kırmızı renkte yanar.

Echo Dot hangi müzik hizmetlerini destekliyor?

Amazon Music Unlimited, Spotify, Pandora, iHeartRadio, TuneIn, Deezer, Gimme Radio ve Sirius XM’ye bağlanabilirsiniz. Ayrıca Spotify’ı varsayılan müzik kitaplığınız ve Pandora ile iHeartRadio’yu Amazon Music yerine varsayılan istasyon hizmetiniz yapabilirsiniz.

Alexa’ya çalma listelerinizden çalması, belirli bir şarkıyı başlatması veya türe, sanatçıya, aktiviteye veya albüme göre müzik seçmesi için komut verebilirsiniz. Şarkıları durdurabilir, atlayabilir, karıştırabilir, tekrarlayabilir veya beğenebilirsiniz. Hatta Alexa’dan belirli bir süre boyunca müzik çalmasını isteyebilir veya çalan şarkı, sanatçı veya albümle ilgili ayrıntıları sorabilirsiniz. Ses için üstteki artı ve eksiyi manuel olarak kullanabilir veya sadece “Alexa, sesi aç” diyebilirsiniz.

Ayrıca bir Echo aygıtında iTunes arşivinizden müzik çalabilirsiniz. Müziği telefondan / tabletten / dizüstü bilgisayardan başlatmanız gerekecek, ancak daha sonra duraklatmak, oynatmak ve atlamak için sesli komutlarla kontrol edebilirsiniz.

Amazon Echo YouTube’dan video oynatabilir mi?

Echo cihazları doğrudan YouTube’a bağlanamaz, ancak YouTube’u telefonunuza veya tabletinize yüklerseniz ve Bluetooth aracılığıyla Echo’ya bağlarsanız, Echo sesi çalar.

Echo Dot’u çalar saatim olarak kullanabilir miyim?

Elbette yapabilirsiniz. Aynı zamanda, yemek pişirirken kullanışlı olan bir zamanlayıcı olarak da çalışır. Alexa uygulamasında seçebileceğiniz bir dizi ton vardır. Alec Baldwin ve Dan Marino da dahil olmak üzere bazı ünlülerin seslerini alarm sesiniz olarak seçebilirsiniz (bu, Alexa’nın varsayılan sesini değiştirmeyecektir). Ayrıca, Alexa’dan sizi seçtiğiniz müzikle uyandırmasını isteyebilirsiniz. “Alexa, beni sabah 8’de metal müzikle uyandır” gibi bir şey söyleyin.

Amazon Echo Telefon Görüşmesi Yapabilir mi?

Evet. Alexa’ya kişilerinize erişim izni verdikten ve Alexa uygulamasında telefon numaranızı doğruladıktan sonra, Alexa’dan bir kişiyi adıyla aramasını veya herhangi bir telefon numarasını aramasını istemeniz yeterlidir (alan kodunu unutmayın). Başka bir uyumlu Echo cihazını veya bir cep telefonunu veya sabit hatlı telefonu arayabilirsiniz. Ancak, bunu Türkiye’de denemediğim için çalışıp çalışmayacağı konusunda emin değilim.

Echo Dot, iTunes / Apple Music çalabilir mi?

Basitçe söylemek gerekirse, hayır. Apple Music uyumlu bir yayın hizmeti değildir, bu nedenle Alexa’dan iTunes’tan müzik çalmasını veya sanatçı bulmasını isteyemezsiniz. Onun yerine, telefonunuzdan Bluetooth ile bağlanıp Apple Music’ten müzik açabilirsiniz.

Alexa ile ışıkları nasıl kontrol ediyorum?

Esasen, akıllı ampullerinizi üreticinin talimatlarına göre kurarsınız ve Alexa uygulaması> Smart Home’a gidin ve ardından ağınızı tarayın. Veya, Skills&Games kısmından ampülünüzün uygulamasını bulun ve etkinleştirin.

Alexa’yı takviminizle senkronize edebilir misiniz?

Kesinlikle! Google, Microsoft, Apple ve Microsoft Exchange takvimlerinin tümü Alexa ile çalışabilir, böylece etkinlikler ekleyebilir ve bildirimler alabilirsiniz.

Amazon Echo Dot nasıl sıfırlanır?

Echo’nuzun tabanındaki sıfırlama düğmesini bulun ve ışık halkası turuncuya ve ardından maviye dönene kadar basın. Ardından Alexa uygulamasına gitmeniz ve kurulumu yeni olarak başlatmanız gerekecektir.

Işığın Batı Kültürlerinde Anlamı ve Kullanımı

Reading Time: 2 minutes

Antik Yunan’da ‘techne’ kelimesi olmasına rağmen, teknoloji kelimesinin kullanımı eski zamanlarda çok fazla yaygın değildi. Mekanik sanatlar, icat, bilim kelimeleri daha yaygındı. Hatta bir Amerikan süreli yayınının araştırmasında 1860 ve 1870 arasında “teknoloji” (technology) 149 kez, “icat” (invention) 24,957 kez bulunur. Çünkü teknolojinin sembolik anlamı, zamana göre hatta bölgeden bölgeye değişir. Bu da kullanımını belirler. Işığın doğu ve batı kültüründe anlamı ve kullanımı buna güzel bir örnek.

Edison’un 1879’daki akkor ışığı, tiyatrolarda dramatik efekt vermek için kullanılır. 1910’lardan sonra ise elektrik lambası yavaş yavaş çoğu eve ulaşmaya başlar. Daha sonrasında ışık, bir zenginlik göstergesi gibi gösterişçi tüketimi temsil etmeye başlar. Anıtlar ve gökdelenler aydınlatılır, tabela ve işaretler ışıldamaya başlar. Bunun sonuncunda, 1903’te New York, Boston gibi Amerikan şehirleri Paris, Londra, Berlin gibi Avrupa şehirlerine karşı daha fazla ışıklı hale gelir.

New York’ta I. Dünya Savaşı zamanında, enerji tasarrufunu artırmak için Times Meydanı karartılır. Bunun sonucunda şehir sakinleri oluşan yeni görüntünün anormal olmasından yakınırlar. Halk, devasa reklam panolarının geri dönmesini ister ve reklam panoları savaş bonosu sloganlarıyla geri döner.

Avrupa’da ise durum tam tersidir, ışığın bu yoğun anlamı ve kullanımı Avrupalılar için bir anlam ifade etmez. Işığın daha az kullanılması onlar için geçici bir durum değildi veya kültürel bir gecikmeydi. Ki bence bu gecikmeden ziyade bir kültürel uçurumdur. Çünkü Avrupa sokaklarında devasa reklam panoları ve yanıp sönen işaretler görmeyiz. Bu şekilde tüketimi teşvik eden markalardan biri nedir desem, sanırım aklınıza en başlarda Coca Cola gelir.

1944 yılında Norveç’te gerçekleşen Kış Olimpiyatları’nda Coca Cola ve diğer markaların ışıklı ilan dikmelerine Lillehammer Şehir Konseyi karşı çıkar. Bu markalara sadece ahşap ve metal tabela dikmelerine izin verilir. Neon ve plastik tabelalara kesinlikle izin verilmez.

Amerika’da ışıklandırma fazlasıyla sevilirken Avrupa’da abartı ve yapmacık bulunur. Dolayısıyla ışığın seviyesi ve kullanma yöntemi kültürden kültüre değişir. Amerika’da normal ve gerekli görülen bir şey Avrupa’da gelenek ihlali olarak algılanabilir.

İtalya’da Yolda Kalan Bir Kadın—Ekmek ve Laleler

Reading Time: 2 minutes

Bu yazımı ben Napoli’deyken bir arkadaşımın şehirdeki kadına verilen değeri sormasıyla hatırladım. Daha onceden büyük bir kısmını bu yazdığım bu yazıya sadece küçük eklemeler yaptım. Ekmek ve Laleler filmi, genel olarak hayatın ve yolun size neler getirebileceğini anlatsa da benim gözüme çarpan şeylerden biri de kadının rolü oldu. İleriki paragraflarda Rosalba‘nın yaşadığı benim için ilgi çekici şeyleri aktaracağım.

Rosalba, ne kadar mutlu olabileceğinin farkına varana kadar ne kadar mutsuz olduğunu asla anlamadı. İtalyan yazar-yönetmen Silvio Soldini’nin Ekmek ve Laleler (Pane e Tulipani) filmi, hayatın zorluklarında boğulmuş, hayatı yenice kendi başına yaşamaya başlayan ve asla mümkün olmadığını düşündüğü şekilde hayatında yeni bir bahara çiçek açan orta yaşlı bir kadın figürünü içerir.

Ekmek ve Laleler (Pane e Tulipani) filmi, özgürlüğün toplumda vazgeçilmez olduğu topraklarda yani İtalya‘da çekilir. Soldini, Licia Maglietta’nın canladırdığı Rosalba’ya abartısız dokunuşlar yapmış ve biraz kafası karışık bir ana karakter ortaya çıkarmıştır. Bir otobüs dinlenme tesisinde unutulan Rosalba, önce kocasını yardım için arar. Fakat, kocası bağırdığı için eve yani Pascera’ya otostop çekerek dönmeyi dener. Muhtemelen, bundan sonrasını az çok tahmin edersiniz. Çünkü yolculuklarda verilen böyle ani kararlar, insanda unutulmaz anılar bırakır.

Yolda gelişen bir dizi olay örgüsü, Rosalba’yı hayatında hiç gitmediği Venedik‘e götürür. Bu süreçte, Rosalba’nın araba kullanabildiğine şahit oluruz. Yeni hayatında içgüdülerine rağmen kendi için kendi kararlarını verir. Ertesi gün trenini kaçırır ve Rosalba Venedik’te bir gece daha geçirmeye karar verir. Onu kim suçlayabilir? Kocası mı?

Bu süreçte akşam yemeği için gittiği restoranın sahibi Fernando, bir gece kalacak bir yer verir; ama sonrasında bu çok daha fazlasına dönüşür. Bir çiçekçi dükkanına iş için başvurur. Buna dükkan sahibi imkansız gibi bakar, çünkü güçlü birisini ve işi çevirecek birisini aramaktadır. Katolik kilisesinden dolayı İtalya’da kadının günlük hayattaki rolü azdır. Bu görüş, İtalya’nın güneyine gittikçe daha da keskinleşir. Sokakta 70 yaşlarında erkek birini durdurup sorsanız büyük ihtimalle kendisi emekli eşi ev hanımı çıkacaktır.

Tam Fernando ve Rosalba aşklarını itiraf edecek olduklarında Ketty, Rosalba’nın çalıştığı dükkana gelir. Ketty, Rosalba’ya bencil ve berbat bir anne olduğunu ve en küçük oğlu Nic’in uyuşturucu kullandığını söyler. Rosalba, çocuğuna bakmak için evine döner. Ona yardım edebilmek için mutluluğundan özverili bir şekilde vazgeçer.

Rosalba, eve döndüğünde mutsuzdur. Ev hanımı, eş ve anne rolünü oynar. Bir kadın olarak kendini gercekleştirememiştir. Fernando onu özler ve uyuyamaz. Sadece Rosalba’nın orada bıraktığı son lale yığınına bakar. Kahvaltısını çok güzel bir ekmekle bırakırdı; dolayısıyla da filmin adı Ekmek ve Laleler. Filmin nasıl bittiğini spoiler vermemek icin yazmayacağım fakat kesinlikle izlemeye değer bir film. Çıkılan bir yolun sizi nerelere götürebileceğini açıkça gösterir.

A Brief History of CLIL

Reading Time: 3 minutes

Content and Language Integrated Learning (CLIL) is an approach or method which integrates the teaching of content from the curriculum with the teaching of a non-native language. For Puffer (2007), it refers to an educational setting where language other than the student’s mother tongue is used as a medium of instruction. It also covers a wide range of educational practices and settings whose common denominator is that a non-L1 is used in classes other than those labelled as ‘language classes’ (Snow et al., 1997). Although the term of CLIL was adopted recently in 1994, some authors even return to the history of the Akkadians around 5,000 years ago (Hanesová, 2015). To better understand today’s CLIL methodology, it is necessary to look at history for its roots and evolvement.

The History of CLIL

The acronym of CLIL was first used in 1994 at the University of Jyväskylä in Finland by David Marsh (Coyle et al., 2010), yet the concept was already being used. Approximately 5000 years ago, the defeat of Sumerians led Akkadians to learn the local Sumerian language for instruction. In the following times, history hosted multilingual societies living in the same territories. For those groups of people living in the same area and more developed regions, bilingualism or plurilingualism turned to be an advantage. People who want to learn a foreign language have to go to the country that the target language spoken or hire a teacher.

Using a foreign language for teaching content was popular as early as in Ancient Rome, where children were educated in Greek, which opened new possibilities for them (Coyle, Hood, Marsh, 2007). So, the tradition of bilingual education has a long history in countries with more than one official language, e.g. in Luxembourg taught German and French. Also, the importance of learning foreign languages in their real contexts and enriching the meaning with the content was highlighted by two pedagogues J. A. Comenius (1592–1670) and Matthias Bel (1684–1749).

In the mid-1960s, one of the first usages for L2 instruction in the French language took place in Canada and it was applied for a kindergarten by a group of people living in Quebec. The programme immersing students in a foreign language was derived and implemented in other schools. In successive decades, the phrase ‘immersion’ teaching was used to refer to bilingual education. Some teachers in the USA and England applied the integration of content and language in CBI and Bilingual Education Programmes.

That spread jumped into European language policy, and in 1978, European Commission (EC) focused on “encouraging teaching in schools through the medium of more than one language” (Marsh, 2002, p. 51).  In 1983, European Parliament deployed EC to develop the programme for better foreign language teaching. The more schools started to teach some subjects in foreign languages, the more content was used in the means of foreign language teaching. CLIL suited EU multilingualism in terms of educational and political driver and the term CLIL was coined in 1994. 

2005 was the year that Marsh attempted for CLIL as “a general ‘umbrella’ term to refer to diverse methodologies which lead to dual focussed education where attention is given to both topic and language of instruction” (Kovács, 2014, p. 48-49). In consecutive year’s Eurydice Report, there were 30 European countries experiencing CLIL while the year of 2016 numbers were 38.

Coyle and associates (2010) rightly describe that CLIL is not merely a convenient response to the challenges posed by rapid globalization; rather, it is a solution that is timely, which is in harmony with broader social perspectives, and which has proved effective. With the Industrial Age, the power of global change accelerated the timing of that solution by the emerging technologies. The innovation of EURAB, 2007’s ‘Knowledge Triangle’ started to bring full-frame technology into the classrooms. Information and Communications Technologies on CLIL (ICT) differentiated the environment of bilingual education both from learner and teacher perspectives.