Posts in Travel

Unpacking Overtourism: A Global Phenomenon with Local Consequences

Reading Time: 2 minutes

Tourism, as one of the world’s fastest-growing industries, has propelled economic growth but has also birthed the term “overtourism.” This phenomenon, characterized by an overwhelming influx of tourists, has led to dissatisfaction and adverse impacts on the economic, socio-cultural, and environmental aspects of major tourist destinations.

The rapid surge in visitor numbers has strained public transportation, infrastructure, and facilities originally designed for residents. The rise of online accommodations and tourism services has further disrupted daily life. The economic benefits destinations gain from tourism often come at the cost of residents and their well-being. As Butler aptly describes, these destinations suffer from their own success, becoming victims of their allure.

European tourist destinations, including Amsterdam, Barcelona, Reykjavik, and Venice, have experienced social unrest and protests. The term “tourismphobia” emerged, reflecting locals’ anti-tourist sentiments due to pressures like loss of purchasing power, rent inflation, and a sense of alienation. Overtourism, however, differs from tourismphobia, as it encompasses various factors contributing to the disruptions caused by excessive tourism.

While the term “overtourism” gained popularity recently, the problem itself has roots in literature dating back to the 1960s. Dredge suggests that overtourism is akin to “old wine in new bottles,” drawing parallels with earlier concerns about resource overconsumption and overuse in tourism.

Definitions of overtourism vary among scholars, ranging from exceeding carrying capacity to social and ecological impacts. Overtourism is not synonymous with overcrowding or mass tourism; it requires surpassing a destination’s carrying capacity. Social carrying capacity, a recently emphasized aspect, considers the impact of tourism on residents’ perceptions and is intertwined with the birth of the overtourism phenomenon.

Sustainable tourism is another lens through which overtourism is viewed, emphasizing the importance of responsible tourism development. However, some argue that the concept’s validity is questionable, and it is more of a theoretical marketing ploy.

Overtourism’s global nature is evident, but a local and authentic outlook remains crucial. Seasonality, urbanization, and economic perspectives also contribute to the complexity of overtourism, making it a multifaceted issue that demands attention and sustainable solutions.

In conclusion, overtourism presents a multifaceted challenge requiring careful consideration of economic, social, and environmental factors. Balancing the benefits of tourism with the well-being of residents and the preservation of local culture is essential to creating a sustainable and enjoyable travel experience for all.

For a more in-depth analysis and a comprehensive exploration of overtourism, you can refer to my original thesis where I delve into the subject matter in greater detail.

Hangi Şarap Hangi Peynir ile Gider?

Reading Time: 3 minutes

Şarap ve peynir, tek başına mutlaka lezzetlidir fakat ikisini eşleştirdiğinizde ortaya muhteşem şeyler çıkabilir. Bunun sebebi, her ikisinin de fermantasyon sürecinden geçmesiyle ortaya çıkan benzersiz uyumdur. Tabii ki rastgele denemek her zaman mucizevi sonuçlara garanti vermez.

Mesela, kırmızı şaraplar genellikle keskin tadı olan peynirlerle tercih edilirken beyaz şaraplar genelde kremsi peynirlerle tüketilir. Bunun için özellikle İtalya ve Fransa maceralarımdan edindiğim deneyimlerle bir derleme hazırladım. Hangi şarap hangi peynirle gider?

Kırmızı Şaraplar ve İdeal Peynirler

Cabernet Sauvignon ve Eski Yıllanmış Cheddar veya Gouda

Daha güçlü ve tadı daha sert bir peynir onu kaldırabilecek bir şaraba ihtiyaç duyar. Şarap ve peynirin birbirini boğmak yerine, tadları birbiriyle eşleşecektir. Yoksa, eski Gouda’nın içindeki ceviz tanelerine dayanmak biraz zor olabilir.

Merlot ve Monterey Jack

Merlot, Cabernet Sauvignon’a göre daha az tannik içerir ve tadı daha yumuşak meyvemsi bir şaraptır. Bordeaux şarapları arasında bolca görebileceğiniz bu şarabı, kaşara benzeyen Amerikan peyniri Monterey Jack ve yumuşak bir yapıya sahip Fransız Pont-l’Évêque peyniri ile tüketimi önerilir.

Porto Şarabı ve Küflü Peynir

Porto şarabı, güçlü karakteri ve tatlılığı ile bilinir. Böyle bir şarap için daha kokulu bir peynire ihtiyacınız olacaktır. Şarap ne kadar tatlıysa peynir de o kadar kokulu olmalı.

Pinot Noir ve Gravyer Peyniri

Pinot Noir’deki kırmızı dut meyvesi tadı ve orta sertlikteki Gravyer peyniri mükemmel bir eşleşmedir. Her ikisi de, birine baskın olma riski olmadan, doğru miktarda aromaya sahiptir.

Chianti ve Pecorino Toscano

İkisi de aynı bölgede İtalya’nın Toskana bölgesinde yetişir. İtalyan peyniri Pecorino’nun sert, yıllanmış dokusu, bir Chianti’nin olgun üzümüyle harika bir şekilde eşleşir. Chianti’deki dolgun tat Pecorino’nun cesurluğuna karşı mükemmel bir şekilde kendini tutarken, peynirde gizli bir bitkisel lezzet ortaya çıkarır.

Malbec ve Hollanda Peyniri

Buna bir Fransa Hollanda evliliği diyebiliriz. Edam’ın (Hollanda peyniri) ceviz aroması ile Malbec’in kadifemsi tadının birleşimi, hemen hemen herkese hitap eden türden bir eşleşmedir. Hem şarap hem de peynir, aşırı sert değildir ve sonuç karmaşık tatların tamamlayıcı bir kombinasyonudur.

Şiraz ve Gouda

Keçi peyniri genç ve taze olduğunda oldukça keskin ve asidik olabilir, ancak Gouda tarzı bir peynir haline geldiğinde tatlı hale gelir. Gouda peyniri, Şiraz’daki dolgun tatla ideal bir şarap peynir eşlemesi haline gelir.

Beyaz Şaraplar ve İdeal Peynirler

Sauvignon Blanc ve Keçi Peyniri

Gelelim Fransız peynirlerinden favorime. Fransız Sauvignon Blanc’ta bulunan narenciye ve mineral, keçi peynirinde bulunabilecek harika bitkisel tatları ortaya çıkarır. Sauvignon Blanc’taki asitlik, aynı zamanda keçi peynirinin ağırlığını azaltmanın harika bir yoludur. Bulabilirseniz Fransız keçi peyniri Chèvre, bunun için iyi bir yoldaş olabilir.

Chardonnay ve Garrotxa veya Fontina D’Aosta

Yapımı birkaç ay alan bu yarı sert peynir Garrotxa, tereyağlı, topraksı ve cevizlidir. Chardonnay, Garrotxa’daki kremalılığı ortaya çıkarır.

Keçi peyniri sevmiyorsanız Fontina D’Aosta, Chardonnay ile hoş olabilecek bitkisel bir tada sahiptir. İyi bir Chardonnay, bu peynirdeki ceviz ve meyveli notaları da ortaya çıkarabilir, bu yüzden ilginç ve değerli bir eşleşme.

Riesling ve Ricotta

Tatlı, kremamsı ricotta keskin Riesling’i sever. Bu Alman şarabının hem tatlı hem de sek çeşitleriyle ricotta’yı deneyin. İtalyan Ricotta’sını bulamazsanız, tuzlu peynirlerle iyi gitmesinden dolayı beyaz peynir (feta) alternatif olabilir.

Köpüklü Şaraplar ve İdeal Peynirler

Şampanya ve Brie

Otantik bir lezzet almanız için genelde aynı bölgeden şarapları ve peynirleri eşliyorum. Brie gibi Fransız krem peynirinin daha yumuşak dokusu, yağı azaltmak için keskin ve asidik bir şey gerektirir. Fransız şarabı Şampanya’nın yüksek asidi ve köpüğü, Brie’nin yoğun kremsiliği ile çok tatmin edici bir karşıtlıkta birleşir.

Prosecco ve Parmesan

Kuzey İtalya’da üretilen Prosecco‘nın köpüğü bu sert peynirin tuzluluğunu fazlasıyla keser. Ayrıca, ikisi de İtalyan!

Moscato ve Gorgonzola

Gelelim başka bir İtalyan çifte. Ağır kokulu peynirler daha tatlı bir şarap gerektirir. Prosecco’ya göre daha tatlı olan Moscato d’Asti’nin taze, asidik meyvesi ağzınızı Gorgonzola gibi daha ağır peynirlerden temizleyerek sizi ferah bırakır.

İtalya’nın Prosecco Bölgesi Nerede?

Reading Time: 4 minutes

Malcolm Gladwell, Outliers kitabında bir şeyde iyi olabilmeniz için onu 10.000 saat deneyimlemiş olmanız gerekiyor der. Bu teze göre amacıma henüz ulaşamadım ama yakınım diyebilirim. Bu yazıda Prosecco bölgesinde öğrendiklerimi, deneyimlediklerimi ve araştırdıklarımı aktaracağım.

Prosecco Nedir?

Kısa cevap: Prosecco beyaz, köpüklü bir İtalyan şarabıdır.

İtalyancada prosecco, bir Frizzante (yarı köpüklü) ve Tranquilo (köpüksüz) ile karşılaştırıldığında bir Spumante şarabı (köpüklü) olarak bilinir. Prosecco’yu bir Prosecco yapan diğer “malzeme” (örneğin, Champagne ile karşılaştırıldığında), kullanılan üzümdür. Üzüm Glera olarak adlandırılır. Aslında, eskiden “Prosecco üzümü” olarak adlandırılıyormış, ancak son on yılda takma adını daha resmi, daha üzümsü olarak değiştirilmiş.

Yapılırken Chardonnay ve Pinot Grigio gibi diğer üzümlerden oluşan bir salkım, Glera üzümüyle harmanlanabilir. Ancak bu Glera olmayan üzümler, karışımın %15’inden fazlasını oluşturamaz. Yaparlarsa bu Prosecco değildir.

Prosecco Bölgesi Nerede?

“Gerçek bölge nerede” sorusu cevabı biraz karmaşıktır. Açıklamak için, Fransa ve Şampanya bölgesine hızlı bir şekilde gidelim. Fransa’da, ünlü köpüklü şaraplar – Şampanya – çok net bir coğrafi konuma sahiptir. Fransa’nın kuzey doğusunda bir Şampanya bölgesi vardır. Köpüklü şarap Champagne bölgesinden değilse, buna şampanya demek yasa dışıdır.

Valdobbiadene üzüm bağı Italya

Bu, şarap dünyasında Coğrafi Gösterge olarak bilinir. Tahmin edebileceğiniz gibi Champagne bölgesinde Şampanya üreticileri, geleneğe çok önem verirler. Biz bir kadeh şaraba şampanya desek affediliriz ama üreticiler anlaşması olmadığı sürece bir şişeye şampanya etiketi yapıştıramazlar. İtalya’nın köpüklü şarabı ise biraz farklı.

Öncelikle, yasal olarak korunan bir Prosecco bölgesi yok. Yani Champagne gibi bir coğrafi göstergeye sahip değil. Sonuç olarak, üzümün en az %85’ini Glera üzümü kullanılarak üretilen köpüklü bir şarap şu anda Prosecco olarak adlandırabilir. Bu, tüm İtalya’da ve Glera üzümünün yetiştirildiği diğer ülkelerde üreticiler için de geçerlidir: Arjantin, Avustralya, Brezilya ve Romanya buna örnektir.

İtalya’nın meşhur köpüklü şarabını düşündüğünüzde muhtemelen aklınıza üreticiler gelmez. Peki ne önemli diye sorabilirsiniz. Cevap kalitedir. Herhangi biri Glera üzümlerini ekip ürettikleri şişeye Prosecco etiketi yapıştırabilirse, verdiğiniz paranın değip değmeyeceğini nasıl anlarsınız? DOCG ve DOC unvanları burada devreye giriyor.

DOCG ve DOC

İtalya’daki en iyi Prosecco üreticileri, Champagne’daki Fransız meslektaşları gibi, bir kalite göstergesi elde etmek için mücadele ediyorlar. Dik ve bakımı zor arazilerde yüksek üretim standartlarını uygulamak hem pahalı hem de zor bir iştir. Bir Coğrafi Gösterge olmadan, en azından bu üreticilere sıkı çalışmalarının ürettiği üstün kalite için kredi veren bir etikete sahip olmak yararlıdır.

Bu kredi, DOCG ve DOC etiketleri olarak gelir. DOCG ve DOC, İtalya genelinde var olan ve Chianti gibi kırmızı şaraplardan Pinot Grigio gibi beyazlara ve en sevdiğimiz köpüklü şarap Prosecco’ya kadar ülkede üretilen her çeşit şarap için geçerli olan şarap sınıflandırmalarıdır. Ana amaçları, belirli ve üstün kaliteli şarapları öne çıkarmaktır.

DOCG‘nin en iyi kalite işaretini sunduğu için, etiketlerin anlamı şudur: DOCG (Denominazione di Origine Controllata e Garantita) – DOCG şarapları en katı standartlara uygundur ve bu nedenle İtalya’daki en yüksek unvana sahiptir.

DOC (Denominazione di Origine Controllata) – DOC şarapları da katı standartlara uymak zorundadır. Ancak, DOCG şaraplarından daha az katıdırlar. Bu nedenle, DOC şarapları çok daha yaygın bulunur.

Üçüncü bir kategori de ITG (Indicazione Geografica Tipica), bir DOC şarabının tüm standartlarını karşılamayan ancak yine de kaliteli olduğu düşünülen şaraplar için ayrılmıştır. Prosecco genellikle ya DOCG, DOC (veya sadece Prosecco) olarak etiketlenir. Peki, Prosecco aslında nereden geliyor? Prosecco kasabasından gelmiş olmalı, değil mi?

Trieste Yakınlarındaki Prosecco Kasabası

Haritada bulabileceğiniz Prosecco adında bir kasaba var. İtalya’nın kuzeydoğusunda, Trieste şehri yakınlarında, Slovenya sınırına yakın bir konumdadır. Şimdi Trieste’nin banliyösü olan bu eski kasaba, Prosecco’nun doğum yeri diyebileceğiniz yer, çünkü burası Glera üzümünün ve Prosecco şarabının aslen geldiği yerdir.

Ancak, Prosecco kasabası artık en iyi Prosecco’nun üretildiği yer değil. Bunu bulmak için batıya dönmeli. Veneto ve Friuli Venezia Giulia’nın iki bölgesine gitmelisiniz.

Veneto ve Friuli Venezia Giulia Bölgelerinde Prosecco

İtalya’nın Veneto ve Friuli Venezia Giulia bölgelerine seyahat edin. Prosecco DOC, yaklaşık 20.000 hektarlık nispeten düz araziyi kapsayan iki bölgede bölgede üretilmektedir.

Ancak, Veneto bölgesine odaklanarak aramanızı daha da daraltın ve gerçek sihri burada bulacaksınız: Prosecco Superior DOCG.

Conegliano ve Valdobbiadene’den Prosecco

İtalya’nın Veneto bölgesinde, Conegliano ve Valdobiadenne kasabaları arasında yer alan küçük bir coğrafi bölge. Dik, inişli çıkışlı tepeleriyle en iyi tanımlanan yer, İtalya’daki en iyi Prosecco – Superior DOCG’yi bulacağınız yerdir.

Yalnızca 6.586 hektarlık engebeli arazi, en katı üretim standartları ve konumu bulabileceğiniz en iyi Prosecco’yu yaratır. Prosecco DOCG, Prosecco DOC ve sadece sade eski Prosecco tadına baktıktan sonra, Conegliano ve Valdobbiadene bölgesinde üretilenlerin kesinlikle bir üstün tata sahip olduklarına ikna olacaksınız.

Bölgenin Grand Cru’su: Superior di Cartizze

Var olan en iyi Prosecco’yu saptama arayışındaysanız, aramanızı daha da daraltın. Conegliano ile Valdobiadenne arasında bulunan Veneto bölgesinde Cartizze’yi bulacaksınız. Sadece 107 hektarlık arazide yer alan deniz seviyesinden yaklaşık 304 metre yükseklikte, Cartizze’de üretilen köpüklü şarap, bulabileceğiniz en iyi Prosecco DOCG olarak kabul edilir. Bu bölge ayrıca çevresine göre daha ılıman bir iklime sahiptir.

Cartizze’deki sadece bir hektarlık üzüm bağının 2 milyon euro’a kadar çıktığı tahmin ediliyor ve bu da onu İtalya’daki en yüksek değerde şarap diyarı yapıyor. Belki bir hektarı karşılayamayabilirsiniz, ama bir şişe Cartizze’ye harçlığınız yeter.

Zagreb Kırık Kalpler Müzesi: Aşktan Geriye Kalanlar

Reading Time: 5 minutes

Bir şey itiraf edelim, ömür boyu hepimizin en az bir kez kalbi kırılmıştır. Belki de kıran bizdik. Kim bilir? Ama bazen terkedilmiş tarafızdır. Şimdi bu kırık kalpleri hatırlayalım, ister kendimizin olsun ister başkasının. Tüm bu kırık kalpleri koyabileceğiniz ve başkalarının gelip görebileceği bir müze hayal edin. Zagreb Kırık Kalpler Müzesi ‘inde bunu görmek mümkün.

Zagreb’in Kırık Kalpler Müzesi, dünyanın en tuhaf koleksiyonlarından birini barındırıyor. Hırvatistan’ın başkentinde merkeze yakın bir yerde bulunan Kırık Kalpler Müzesi ayrılık, keder veya diğer acılara adanmıştır. Dünyanın her yerinden insanların bağışladığı duygusal değere sahip günlük nesneler, sahibinin öyküsü ve geçmiş ilişkisinin önemiyle beraber sergilenir. Bunlar, bazıları komik ve sevgi dolu, ancak çoğu melankolik, ilişkinin doğası ve nasıl sona erdiği hakkında bir fikir veren aşk ve ayrılık hikayeleri.

Dražen Grubišić ve Olinka Vištica, fırtınalı bir ayrılık veya yıkıcı bir kayıptan sonra geride kalan nesneleri 13 yıldır topluyorlar. Ancak gazeteci Aleks Eror’ın da dediği gibi, kalp kırıklığına adanmış en büyük sergi beklenmedik bir haz getiriyor. Yani aşırı duygular burada da öne çıkıyor. Schopenhauer’ın Aşkın Metafiziği’nde dediği gibi “İnsan, tutkulu bir aşk ile sevdiği kimseye aynı zamanda nefretin en koyusunu da duyabilir.” Bunu esasında sanatta bolca görebiliyoruz. Mesela, Emre Ezelli‘nin Dichotomy sergisinin hazırlığı sırasında ‘it likes you, you like it…‘ eserindeki ayrıntıları sormuştum. Koltuğun nasıl kişisel bir ilişkisinin hikayesinden geldiğini anlatmıştı.

Kırık Kalpler Müzesi’nin Hikayesi

Müze, eski bir çift olan sanatçı Dražen Grubišić ve film yapımcısı Olinka Vištica’nın ayrılıklarından kısa bir süre sonra kavramsallaşır. Grubišić, “oldukça medeni ve normal olduklarını, bu yüzden ayrılığın da çok pürüzsüz ve medeni olduğunu” söylüyor. Ancak genellikle uzun ilişkilerin sonunda olduğu gibi çift, dört yıllık ilişkilerinde biriktirdikleri ortak eşyalarını bölme sürecinden geçmek zorunda kaldı.

Bu görüşmeler, küçük, kurmalı bir tavşan oyuncağa denk gelene kadar sakin bir şekilde gider. Grubišić, Vištica’nın eve geleceğini duyduğu zaman onu sarar ve evinin koridoruna koyduğunu söyler, bu yürüyerek onu bir evcil hayvan gibi selamlar. Biri seyahat ettiğinde ve diğeri evde kaldığında, seyahat eden oyuncağı yanlarında götürür ve onunla fotoğraf çekinirdi. Bir tarafın eksikliğinde oyuncak, dublör olarak kullanırlardı.

Grubišić, “Bütün bu anılar yoğunlaştı ve bu küçük oyuncağa bağlandı” diye bahsediyor. “Daha sonra bu kadar banal olan ve parasal bir değeri olmayan bir şeyin sizin için bu kadar güçlü duygulara neden olabilmesinin nasıl şaşırtıcı olduğu hakkında konuşmaya başladık. Ama bu sadece iki kişiyi ilgilendiriyordu, başka hiç kimseyi etkilemiyor. ”

Grubišić ve Vištica, daha sonra insanların bir ayrılığın ardından bu duygusal nesneleri gönderebilecekleri ve sergileyebilecekleri bir alan olsaydı ne kadar ilginç olacağını farkettiler. Fikir o kadar doğal ve basit görünüyordu ki böyle bir projenin zaten var olduğunu düşündüler. Ancak çift daha sonra Google’da aradıklarında, ortaya çıkan tek şey eski sevgiliden kurtulmak için önerilerdi.

Özellikle kadın dergilerinde buldukları tüm makaleler, imha ile ilgiliydi. Yani, eşyaları ateşe vermek gibi şeyler. Grubišić bunun üzerine şöyle yorumluyor: “Bununla gerçekten bağlantı kuramıyordum, çünkü biriyle yıllar geçiriyorsanız mazoşist olmadığınız sürece çoğunun iyi şeyler olması gerekir. Öyleyse neden masalınız gerçekleşmediği için tüm bu anıları yok etmek isteyesiniz ki?”

İlk başta, bu fikirden bir sonuç çıkmadı. Ancak 2006’da Grubišić ve Vištica, 41. Zagreb Görsel Sanatlar Salonu‘ndan yapılan sunum çağrısına yanıt vererek, bitmiş ilişkilerin duygusal nesneleri ile dolu bir sanat sergi önerisini verdiler. Organizatörler bu fikre ilgi duydular ve çifte bunu gerçekleştirmesi için 14 gün verildi. Bu sürede, nesneler için arkadaşlarını ve tanıdıklarını aradılar.

Grubišić gösteri bittikten sonra projenin sona ereceğini düşünür. Ancak dört yılda Split, Ljubljana, Berlin, Singapur, Tokyo, İstanbul ve diğer birçok şehirden talep geldi. Sonunda, gezer sergiyi organize etmenin lojistiği o kadar yorucu hale geldi ki çift 2010 yılında Zagreb’de gerçek bir müze açmaya karar verdi ve Grubišić’e göre Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’de en çok ziyaret edilen müze oldu.

Eğer bugün müzeyi ziyaret edecek olsaydınız, dört odadan oluşan 300 metrekarelik bir alana yayılmış 84 nesne bulacaksınız. Her üç yılda bir değişen nesneler, 4.000’den fazla koleksiyondan seçiliyor. Her gün, insan yaralarını anlatan değişik nesneler sergilenmekte. Objeler ve beraberindeki hikayeler o kadar çeşitlidir ki, bir hikaye yayı oluşturacak şekilde düzenlenmiştir. Bu yay, tebessüm ettirici, hafif hikayelerle başlar ve sonrasında biraz karmaşıklaşır. Grubišić, “Yapmaya çalıştığımız şey bu, çünkü herkesin ağlamaktan kaçtığı dünyada bir şeyi kolayca yapabilirsiniz” diyor.

Nesnelerin çoğu romantik ilişkilerin kalıntıları olsa da, bazıları aileseldir. Diğerleri ise öğrenci ve öğretmen arasındaki platonik bağ gibi şeyler. Çoğu durumda bir nesne, arkasında saklanan hikaye hakkında çok az ipucu verir. Göz alıcı nesnelere bazen iç açıcı olmayan hikayeler eşlik ederken, en ilginç hikayeler ise genellikle dikkat çekici olmayan nesnelere aittir.

Bazıları uzun ve itiraf içerirken, en iyileri genellikle kısa ve öz. Asıl duygusal yumruklar, birkaç kelimeden oluşuyor. “Birlikte basketbol oynadık. O dürüsttü, ben değildim. Bana kızları nasıl gördüğünden bahsediyordu ve içten içe beni öldürüyordu” diyor bir çift basketbol ayakkabısına eşlik eden notta. Berlin’den gelen eski baltanın yanında şöyle yazıyor: “14 günlük tatilde, her gün buradaki mobilyalardan birini parçaladım. Kalıntıları orada, içsel durumumun bir ifadesi olarak sakladım. Ne zaman onun odasını ruhum gibi doğranmış mobilyalarla gördüm, o kadar iyi hissettim.

Ayrıca, websitelerinde farklı hikayelere de yer veriyorlar. Mesela, en trend hikayelerde Türkiye’den de hobby çikolata ile bir ‘son sevgililer günü‘ anısı yer alıyor. Müze içerisinde ise Türkiye’den gelen bir gelinlik bulunuyor. Damadın düğünden önceki gün beklenmedik şekilde ölmesi sonucu evlenemeyen Türk bir kadına ait olan gelinlik köşede duruyor.

Müzenin ziyaretçilere çekiciliği açık: Özgünlük ve röntgenci zevk. Nesneler arasında yürürken, manyetik çekme görevi gören bir çeşit mistik koku yaydıklarını hissettim. Onları bir müze alanında hikayeleriyle sunduklarından kendimi düşündüğümden daha yakın halde inceleyerek buldum. Ancak insanları hayatlarının parçalarını bu şekilde sergilemeye iten şey nedir sizce? Muhtemelen bazı insanlar, onlara yük gelen kurtulmak istedikleri şeyleri gönderiyor. Grubišić’e göre, “Ayrılıktan 20, 30 yıl sonra gelen nesneleri seviyorum. İnsanlar bunun hayattaki en güzel an olduğunu fark ediyorlar ve bir şekilde dünyayla paylaşmak istiyorlar.”

Peki Grubišić 13 yıl boyunca insan ilişkileri hakkında ne öğrenmiş olabilir? “Bu her zaman aldığım bir soru: Şimdi kendinizi bir uzman olarak görüyor musunuz? Hayır, daha az biliyorum! Çok, çok karmaşık, deneyimlerin çeşitliliği inanılmaz. Diyorlar ki, gerçek kurgudan daha garip… Bu burada kesinlikle doğru. ”

Kırık Kalpler Müzesi Ziyaret Bilgileri

Müzeye herkes katkıda bulunabilir. Eğer hikayenizin başkaları için iyi bir örnek olacağını düşünüyorsanız, katkıda bulunmaktan ve göndermek için çekinmeyin. Müze çalışma saatleri her gün 09:00 – 21:00 arası açıktır. Son giriş 20:30 (1 Ekim – 31 Mayıs) ve 09:00 – 22:30. Yaz döneminde son giriş 22:00 (1 Haziran – 30 Eylül) ve Zagreb’in Upper town gölgesinde bulunuyor. Kırık Kalpler Müzesi giriş ücretleri ise tam 40 Hırvatistan Kunası, öğrenci ve indirimli 30 Hırvatistan Kunası’dır.

Rayların ‘Bittiği’ Yer: Auschwitz-Birkenau Ölüm Kampı

Reading Time: 7 minutes

Küçükken bize parmakla gösterip “bırak bu adam yahudi, uzak dur” (antisemitizm) deseler bu nefret tohumu budanmadan, yontulmadan büyür gider diyor Serdar Kuzuloğlu Zihnimin Kıvrımları’nda. Ne kadar tehlikeli bir tohum, değil mi? Karşıdaki insan hiçbir şey yapmamıştır, onunla iletişimimiz bile olmamıştır. Nelson Mandela ise bu nefretle ilgili “Hiç kimse, teninin rengi, geçmişi ya da dini nedeniyle başka bir insandan nefret ederek doğmaz” diyor. Bu yazımda, Krakow Auschwitz-Birkenau Toplama Kampı‘nı ve hikayesinden bahsedeceğim.

Seyahat etmek her zaman eğlenceli değildir. Olmak zorunda da değil. Bazen tarihi ve diğer kültürleri daha iyi anlamak için rahatlık alanınızdan çıkmanız gerekir. Fotoğraflarda ‘Arbeit Macht Frei‘ ile gördüğüm Auschwitz’i ziyaret etmek istiyordum. Geçen yıl bunu gerçekleştirdim ve düşüncelerimden ziyade, sizi Auschwitz’de neyin beklediğine dair bazı pratik ipuçları vermek istiyorum.

Auschwitz where the rails end

Nazi toplama kampı ya da Auschwitz-Birkenau toplama kampı nedir, ne hatırlamamız gerekir? Rayların bittiği yer çünkü II. Dünya Savaşı sırasında Avrupa’nın dört bir yanından getirilen Hitler’in ilgisini çekememiş yani Yahudi (%90), çingene, eşcinsel, politik muhalif, kaçak grupların olduğu trenlerin son durağı burası olurdu. Trenlerde gelenler son durakta 2 gruba ayrılır: Çalışabilecek durumda olanlar ve çalışamayacak durumda olanlar (genelde kadınlar, çocuklar, yaşlılar, engelliler). Bu işlem Doktor Mengele ve subaylar tarafından gerçekleştirilir.

Auschwitz Siklon-B Gaz Odaları

Kampın girişinde Auschwitz I (genelde yönetim binaları) tarafında gelenleri ‘Çalışmak Özgürleştirir‘ yazısı karşılar. Trenlerle gelenler bu noktaya kadar zaten çalışmak için getirildiklerini zannederler. Yani dönemin uluslararası şirketi, dünyanın 4. devi I.G. Farben’ın köle işçi ihtiyacı için. İlk tutuklu toplu transferi 1940’ta, ilk Yahudi toplu transferi 997-999 kız çocuğu ile 1942’de olur. Gelenlerden valizleri toplanır ve çalışma bittiğinde geri verileceği söylenir. Çalışamayacak durumda olanlar gelen trenin yaklaşık %70-90 civarını oluşturur.

Sol tarafa ayrılanlar yani çalışamayacak durumda olanlardan yıkanmaları için soyunmaları istenir. Üstünde geldikleri yer-isimleri yazan valizleri ve kıyafetleri geri verilmek üzere alınır, sonrasında Almanya’ya gönderilir. Tüm bu işlemler olurken bir yandan küçük Yahudi orkestrası neşeli şarkılar çalar. Penceresiz odaya ilk önce kadınlar daha sonra erkekler alınır ve herkesin eline sabun verilir. Çok sayıda insan varsa çocuklar içeridekilerin kafalarının üstüne atılır ve daha fazla alan kazanmak için içeridekilerden ellerini havaya kaldırmaları istenir. Daha sonra odanın kapıları kapatılır. Bu andan sonra artık burası gaz odası olur.

kumaş yapılmak için kesilen kadın saçları 

Gaz odasına ortalama 7 adet Zyklon B gaz kutusu atılır ve 3-15 dakika arasında herkes bu gazı soluyarak ölecektir. Komutan Rudolph Höss ifadesinde çığlıklar bittiğinde herkesin öldüğünü anladıklarını belirtir. Cesetlerin saçları kumaş yapmak için kesilir, dişleri toka ve tarak yapmak için sökülür ve altın gibi değerli şeyler toplanırdı. Cesetler daha sonra krematoryum yani yakma odasına taşınırdı. Cesetlerin vücut yağından sabun yapılır veya tarlalarda gübre olarak kullanılmak üzere taşınırdı. Bu gaz odalarında günde ortalama 6 bin kişi öldürülürdü.

krematoryum

Çalışmak Özgürleştirir

Auschwitz’e yeni gelenler

Gelelim sağ tarafa ayrılanlara yani çalışabilecek durumda olanlara. İlk önce kıyafetleri toplanır, saçları kesilir ve temizlenirdi. Daha sonra isimleri kayıt defterine kusurlarına göre işlenir ve verilen numara vücutlarının sol tarafına—genelde koluna— bir dövme ile kazınırdı. Auchwitz’de kimlik sistemini otomasyon haline getiren ise IBM‘dir. Erkeklere çizgili mahkum kıyafeti, kadınlara ise iş elbisesi verilirdi. Bunların üzerine de kişilerin numaraları yazılırdı ve bu kıyafetleri ölene kadar giymek zorundaydılar. Çünkü ikinci kıyafet ve yıkamak için yeterince su verilmezdi. Yılda sadece 2 defa iç çamaşırı verilirdi.

toplu tuvaletler

Normalde atlar için ahır olarak hazırlanan penceresiz mahkum işçi koğuşlarında, 3 katlı ranzalarda 300-400 kişi kalırdı. Her gün 4:30’da başlardı. Beslenmeyi de varın siz düşünün… Sabah çay veya kahve, öğle çorba, akşam reçelli ekmek. Yemekler çürük maddelerden yapılırdı, bu yüzden ishal ve salgın hastalıklar boldu. 180 kişinin tuvaletini yaptığı ortak tuvaletler bulunuyordu. Bu koşullardan dolayı ortalama 6 kişi hayatını kaybeder, çoğu kişinin buraya geldikten sonra yaşam ömrü 1 yıl olurdu.

Azrail Josef Mengele ve Ürpertici Deneyleri

Başta bahsettiğim Auschwitz-Birkenau toplama kampının Azraili Doktor Josef Mengele, genetik deneylerden fiziksel deneylere birçok insanlık dışı vazife ile meşguldü. Bu deneylerden bazıları epidemik hastalıklar, hardal gazı, donma, çeşitli uyuşturucular, organsız yaşam denemeleri, zehir testi, yüksek irtifa tepkileri, x ışınlarına maruz bırakmadır. Bunun dışında başka doktorlar Block 10 adı verilen barakada deneyler yaparlardı. Bazen ise bu insanların iç organları bazı deneylerde kullanılmak üzere alınırdı.

Denek çocukları ve Mengele

Mengele‘nin ilgisini çeken bir diğer konu ise ikizler, cüceler gibi benzersiz fiziksel özellikleri olan insanlar. Bu insanlar kampta en iyi muameleyi gören insanlardı çünkü ona göre bu kişiler genetik biliminin birer mucizesiydi. Bu içgüdü ise Mengele’nin “insanların göz rengini değiştirme” istediğinden geliyordu sanırım. Bu deneylerden, yapışık ikizleri ayırmak gibi insanlığa olumlu katkıları da olmuştur.

Auschwitz toplama kampından kaçmayı düşünenler de olmuştur fakat kampın duvarları elektrikli tel ile çevriliydi ve gözetleme kuleleri mevcuttu. Bu telleri ve gözetleme kulelerini halen görmeniz mümkün. Kaçmaya teşebbüs edenler ve sabotaj girişinde bulunanlar Block 11 isimli zindana atılırdı. Block 10 ve Block 11 arasında yer alan ölüm duvarı ise bu insanların ‘bittiği’ başka bir yerdi. Bu ölüm duvarında kurşuna dizilen mahkumlar diğerlerine göre daha şanslı sayılıyordu.

sol bina Block 11, ölüm duvarı, sağ bina Block 10

Bu katı önlemlere rağmen Auschwitz-Birkenau toplama kampından 928 kişi kaçmıştır. Sadece 114’ü başarılı olarak bir şekilde hayatına devam etmiştir. Buradan kaçıp en uzun yaşayan ve 90 yaşında ölen aktör-yazar Tadeusz Sobolewicz olmuştur. Gaz odasından sağ kurtulan tek kişi, iki Nazi askeri sohbet ederken koşarak kaçan ve 2017’de vefat eden Mietek Grocher olmuştur. Firar eden olursa sonucuna bakılmaksızın koğuşundan rastgele 10 kişi seçilerek kurşuna dizilir, asılır ya da işkenceyle öldürülürdü.

Holokost İnkarı

Bu kadar şeyi gördükten sonra, Auschwitz II yani Birkenau’nun girişindeki kitapçıyı da gezdim. Orada gözüme çarpanlardan biri ise Auschwitz’in bir yalan olduğu ve abartıldığı gibi bir yer olmadığına dair birkaç kitaptı. Nazilerin milyonlarca kişiyi öldürmek için kullandıkları gaz odalarının savaştan sonra Almanya’ya kötü bir imaj vermek için müttefikler tarafından inşa edildiğini savunuyorlar. Yahudilere karşı bir soykırım demek için abartıldığını da söylüyorlar. Ne tesadüf ki Nüremberg Duruşması‘nda da soykırım kararı yoktur(!) Onlara göre, toplama kamplarında ölen Yahudiler aslında hastalığın kurbanlarıydı. Daimi bir ceset yakımı olsa bile 5 yılda 1 milyon kişinin cesedinin yakılması imkansız ifadesi başka argümanları.

Auschwitz’in Keşfi

Auschwitz-Birkenau Toplama Kampından kaçanlar veya çevrede yaşayanların insanların gaz odalarına atıldığını, yakıldığını ve üzerinde deneyler yapıldığını anlattıklarında kimse inanmıyordu. Kamptan kaçmayı başaran birkaç kişi kampın detaylı bir planını hazırlar ve müttefiklere iletir. Ardından gönüllü bir kişi tarafından kampta yapılanlar doğrulanır ve müttefik uçakları ile havadan fotoğrafları çekilir. 1944 baharında ABD, artık herhangi bir kalıntısı mevcut olmayan Auschwitz III’deki I.G. Farben sentetik akaryakıt ve kauçuk fabrikasına ağır bir bombardıman düzenleyecekti.

Yakınlarına düşen bu bombalar, Auschwitz merkezindeki tutsaklara umut veriyordu. Sağ kurtulabilen biri bunu daha sonra şöyle hatırlıyordu: “Artık ölümden korkmuyorduk. Hiç değilse böyle bir ölümden. Patlayan her bomba bize umut veriyor ve hayata olan inancımızı pekiştiriyordu.” 

Bunu izleyen yıllarda müttefiklerin gaz odalarını ya da Auschwitz-Birkenau’ya giden demiryollarını bombalamaması bazı tartışmalara neden olmuştur. Bombalamadan yana olanlar, böyle bir harekâtın bazı tutsakların ölmesine neden olabileceğini kabul ederken cinayetleri yavaşlatıp bazı hayatları da kurtaracağı görüşünü savunmaya devam etmektedir.

Mart ayının sonunda ziyaret etmiş olmama rağmen, dışarısı buz gibiydi hatta buz tutmuş su birikintileri mevcuttu. Polonya’nın buz gibi kışında kötü yaşam koşullarında ölüme nasıl direnilir, karanlık zindanlarda ufacık bir ışık için nasıl umut edilir aklım almıyor. Auschwitz-Birkenau toplama kampıyla ilgili birçok insanın etkileyici hikayesi bulunuyor, Nazi fotoğrafçılarının çektiği albümlere de göz atmanızı öneririm. “Ne var ki, korku yüreksiz bir insanın nefreti, nefret de cesur bir insanın korkusu olduğundan mıdır…¹ bu soğuk atmosfere şahit olduğunuzda insanın kanı donuyor.

Auschwitz-Birkenau Toplama Kampı Bilet ve Ulaşım

Elektrikli teller arasından Auschwitz

Krakow’a gelirseniz bu tarihi yeri gezmek yarım veya bir gününüzü alıyor. İster Krakow şehir merkezinden tur satın alıp gelebilirsiniz, ister kendi başınıza gezebilirsiniz. Ben ikinci seçeceği yaptım, otobüsle Auschwitz I kapısına kadar geldim ve otobüste kredi kartı geçiyor. Toplama kampına giriş ücretsiz, fakat önceden Auschwitz-Birkenau rezervasyon biletinizi ayırtmanız gerekiyor. Hatta ücretsiz İngilizce veya Almanca dilinde ücretsiz sesli rehber rezervasyonu da yapabilirsiniz. 1 ay önceden rezervasyon yapmıştım fakat İngilizce rehber doluydu. İngilizce rehberin olduğu saatte gidip gruba aradan dahil olmuştum. Auschwitz I ve Auschwitz II (Birkenau) arasında ücretsiz servis bulunuyor.

Krakow’da gezilecek yerleri ve yapılacak şeyleri mutlaka bir yerden bulacaksınızdır. Benim önerim Auschwitz-Birkenau Toplama Kampı’nı ziyaret ettikten sonra şehrin güney tarafındaki Krakow Schindler Fabrikası‘nı ziyaret etmeniz olacaktır. Şu anda müze olarak hizmet veren fabrika zamanında birçok Yahudinin hayatını kurtarmıştır. Böylece seyahatiniz daha anlamlı olacaktır.

Auschwitz ile İlgili Filmler ve Kitaplar

Auschwitz blocks

Daha çok gezen mi yoksa daha fazla kitap okuyan mı daha iyi bilir? İlber Ortaylı’nın cevabı en çok hoşuma giden. Gezerken okuyan. Auschwitz ile ilgili birkaç film ve kitap önderisi:

Auschwitz ile ilgili kitaplar

  • Gece – Elie Wiesel
  • Piyanist – Wladyslaw Szpilman
  • İnsanın Anlam Arayışı – Viktor Frankl
  • The Hiding Place – Corrie Ten Boom
  • Kağıttan İtiraflar – Elizabeth E. Wein

Auschwitz ile ilgili filmler

  • Hayat Güzeldir
  • Çizgili Pijamalı Çocuk
  • Schindler’in Listesi
  • Edebiyat ve Patates Turtası Derneği
  • Instrument of War