Posts in Technology

Grice İşbirliği İlkesi Nedir? Konuşmada Beklentilerimizi Artırır mı?

Reading Time: 3 minutes

Günlük hayatta herkesin karşılıklı dil değişimini engellememesi ve aksine kolaylaştırması beklenir. Konuşma sırasında her katılımcı, konuşma hedeflerine ulaşmak için uygun bir katkı yapmaya çalışır. Karşılığında ise diğer taraftan rasyonel, işbirlikçi ve hedefe yönelik katkı yapmasını bekler. Böylece, işbirliği beklentiyi arttırır. H. Paul Grice, bu genel kuralı İşbirliği İlkesi (Cooperative Principles) olarak adlandırmaktadır.

Bu ilke, ifade edilen şeyin, konuşmanın amacı ve yönü doğrultusunda, gereken zamanda ve gerektiği kadar söylenmesini açıklar ve dört alt kategoriye ayrılır. Bunlar nicelik, nitelik, bağlantı ve tarz ilkeleridir. Nicelik, konuşmaya gerekli katkının yapılması ilkesidir. Bu ilkeye göre bilgi, ne gereğinden az ne de fazla olmalıdır. Evet, fazladan verilen bilgi de bu kuralı ihlal ediyor. Nitelik, yanlış olduğuna inanılan bir bilginin konuşma esnasında aktarılmasını ifade eder. Bağlantı ilkesi, konuşmada konu dışına çıkılmamasına, alakasız sözler söylenmemesine işaret eder. Tarz ilkesi ise, ifadenin açıklığıyla ilgilidir.

Grice‘a göre bu ilkelerden herhangi birini yerine getirmediğimizde işbirliği kuralını ihlal etmiş sayılıyoruz. Konuşmanın amacı, iletişim sürecinde başka bir noktaya evrilebileceği gerçeği var ama bu Grice işbirliği ilkesinden farklı bir şey. İroni yapma, espri yapma, dalga geçme ve istenmeyen durumdan kaçma da Grice’a göre bu ilkeleri ihlal ediyor. Bazı edimbilimcilere göre ise bağlantı ilkesi (maxim of relation) gereklidir.

Günümüzü baz aldığımızda ise Grice’ın işbirliği ilkesi birçok probleme çözüm oluyor gibi. Madalyonun diğer yüzüne bakarsak sadece bağlantı ilkesinin olması veya bazı ilkelerin ihlal edilmesi günü kurtarmamızı sağlıyor. Buna farklı perspektiflerden bakmak için gelecek 3 başlıkta teknoloji, Türk kültürü ve ilişkiler açısından inceleyeceğiz.

“Şimdi, Yapmak İstediğiniz İşlemi Birkaç Kelimeyle Belirtin…”

Bu cümleyi banka veya telefon operatörü çağrı merkezini aradığımızda duyuyoruz genelde. Yapmak istediğimiz şeyi nicel ve bağlantı ilkelerine uygun belirtmezsek amacımıza ulaşamıyoruz. Ya da chatbot iletişim kanallarında yazdığınız anahtar sözcüğe göre sizin beklemediğiniz bir cevap verebiliyorlar. Esasında söylediğiniz şey, Grice işbirliği ilkesi ne uygun olmasına rağmen chatbot anlamıyor ve bu yüzden o kapsam dışına çıkıyor. Teknoloji, kurallara uyan-uymayan ifadeleri anlamakta zorluk çekerken insanoğluna ise bu anahtar kelimeleri kullanmak zor veya sıkıcı geliyor.

via GIPHY

Tam bu noktada iki rolün birbirinden uzaklaşması işi zorlaştırırken yakınlaşması iletişim sürecini etkili kılıyor. Yani teknolojinin daha kapsamsal bir dile sahip olması, retorik dili anlayabilmesi, koşullandırmanın çeşitlenmesi ve insanın ifadesini kısa, açık bir şekilde amacına uygun söyleyebilmesi. Böylece, Grice ilkesi ile konuşmada işbirliği ve akabinde beklenti artar.

“Hayır, istemiyorum.”

Demek yerine “Yemek yer misin?” sorusuna “Ya esasında 2 saat önce başka bir arkadaşımla yemek yemiştim” olarak cevap verebiliyoruz. Ya da “nasılsın?” sorusuna “saol, teşekkür ederim” dediğimizde ne anlama geliyor? Kibar bir millet olabiliriz ama neden başta bir şeyi amacına uygun yapmıyoruz? Teknoloji konusunda olan sıkıcılık bir faktör olabilir. Türkçe ne kadar zengin bir dil ya da ne kadar fakir bir dil olduğu başka bir faktör olabilir. Anlatmak istediğimiz şeyin başkasında ne anlama geldiğini etkileyen kültürel denge de başka bir faktör olabilir. Buraya kadar bahsettiklerim nicel, bağlantı ve tarz ilkeleriyle ilgili.

Bir de iletişim sürecinde kullandığımız üçüncü kişi zamiri ve beden dili var. Türkçede üçüncü kişi zamirlerinin he/she/it diye ayrılmaması gündelik hayatı daha pratik yapması ve bütüncül bakış açısı katarken aynı zaman belirsizliğe neden olurlar. Beden dili açısından, bir şeyi istemediğimi belli etmek için kafamı salladığımda bazı yabancı arkadaşlarımın bunu anlamadıklarını farkettim. Bu Grice işbirliği ilkesine dahil olmasa da iletişim sürecini etkileyen faktör.

H. Spencer’ın rahatlama kuramında gülme, insanın içinde biriken sinirsel enerjinin boşaltılması sonucu oluşur. Bizi güldüren Nasreddin Hoca, 13. yüzyıldan bu yana anlatıla gelen kültürel bir zenginliğimiz. Peki, bu fıkralar Grice’ın işbirliği ilkesine uyuyor mu? Hayır, birçok durumda ihlal ediyor. Hikayelerde, kahramanlar, konuşmalara gerçek ve istenen katkıyı sağlamaz. Beklediği cevaplarla karşılaşamayan dinleyici ise aykırılık karşısında güler. Coşar ve Usta, “Bu gülüş, düşündüren, sorgulayan, yanlışı yıkan, görevci olmasıyla değerli, milli ruh taşıyan evrensel bir gülüştür” diye belirtiyor. Grice’ın ilkelerine uymayan konu ile bağlantısız yeterince bilgi vermeyen bu fıkralar, aksine daha akılda kalıcı mesaj veriyor.

“Artık beni anlamıyorsun!”

Dil faaliyetinin nihai hedefi, iletişim ortamında bir anlam üretmektir. Peki, ilişkilerimiz ne kadar anlamlı ve ne amaçla kuruluyor? Uzun ilişkiler, bazen beklentiyi arttırıp hayal kırıklığı ile sona gelebiliyorken bazen de bu iletişimi daha da sağlamlaştırıyor. Bir eğitim bilimleri dersimde hoca, ilişkilerimizde kriz anını eğlenceye dönüştürerek aşabiliyorsak o ilişki sağlamlaşmıştır demişti. Bu doğrultuda, dilin karşı tarafa yeteri derecede, doğru ve alakalı bilgi vermesi sonucunda verilen anlam yükü veya beklenti, tam tersine saniyeler içinde Grice ilkeleri ihlal edilerek yıkılmaz hale geliyor. Peki, konuşmada işbirliği beklentiyi artırıyor, ya beklentilerimiz?

Dil olmadan ilişki kurmak imkansız. Bir insanla ortak zevklerimizin olup olmadığını konuşarak anlayabiliriz. Bir sorun olduğunda karşı taraf ile iletişim kurup sorunu anlayabiliriz. Buraya kadar hep anlam faktöründen bahsettik, bir de ne hissettiğimiz var. Leibniz’te bulanık, karanlık düşünme, duyma ve istencin yanında olma anlamına gelen duygu ve duygularımız. Charles Dickens’ın Büyük Umutlar‘ında dediği gibi bazen kapıyı kapatıp yalnız kalmak, en güzel şey oluyor. Peki, konuşmuyorsak bu bir çözüm mü? Anlamı nasıl doğru, alakalı ve gerektiği kadar alacağız? Burada aklıma Suskunlar kitabının son cümlesi geliyor: “Belki de susmak, gerçeği anlamanın tek yoluydu“. Ki bu sefer zaman kuralını çiğnedik.

NFT Hakkında Bilmeniz Gereken Her Şey

Reading Time: 2 minutes

NFT terimini muhtemelen son zamanlarda duymuşsunuzdur. Ama, belki neyle ilgili olduğunu çözememişsinizdir. Parayla ilgili bir olay mı yoksa lisansa benzer bir şey mi? İlk başta dışardan bakan birisine normal olarak karmaşık görünüyor. Bu yazıda NFT’nin ne olduğu, nasıl çalıştığı, neden tartışmalara neden olduğu ve nasıl satın alabileceğiniz dahil olmak üzere temel sorulara odaklanacağım.

NFT nedir?

NFT, bir kripto para birimi olan dijital varlıktır. NFT’ler, dijital veya reel dünyadaki varlıkların tokenize edilmiş versiyonlarıdır. Bir blok zinciri ağı içerisinde doğrulanabilir özgünlük ve sahiplik ispatı olarak işlev görürler. Ancak Bitcoin zincirindeki standart bir kriptonun aksine, bir NFT benzersizdir ve benzer şekilde takas edilemez.

Beeple’s Everydays

Peki bir NFT’yi sıradan bir kripto paradan daha özel yapan nedir? Birden fazla NFT türü vardır, bir dijital sanat parçası veya bir müzik dosyası biçimini alabilirler. Esasen, herhangi bir koleksiyoncu gibi, ancak duvarınıza asmak için tuval üzerine yağlı boya almak yerine bir JPEG dosyanız olur.

NFT Sistemi Nasıl İşler?

NFT’ler, Ethereum zincirinin bir parçasıdır. Bu nedenle içlerinde saklanan ekstra bilgiler içeren ayrı tokenlerdir. Bu ekstra bilgi, JPG, MP3, video, GIF veya başka bir biçimde sanat, müzik, video (vb.) olmasını sağlar. Değer taşıdıkları için, tıpkı diğer sanat türleri gibi alınıp satılabilirler ve tıpkı fiziksel sanatta olduğu gibi, değer büyük ölçüde piyasa ve talep ile belirlenir.

Bir NFT görüntüsünü sağ tıklayıp kaydederek sistemi hacklediğinizi de düşünmeyin. Bu sizi milyoner yapmaz çünkü indirdiğiniz dosya, onu Ethereum blok zincirinin bir parçası yapan bilgileri tutmaz.

Jack Dorsey Twitter’daki ilk tweeti

Twitter’ın kurucu ortağı Jack Dorsey, ilk tweet’ini 2.915.835,47 dolar’a satmıştı, yani tweetler bile değer taşıyor.

Bu dünyanın dışından ‘dijital ev’ son zamanlarda 500.000 dolar‘a satıldı. Torontolu sanatçı Krista Kim tarafından tasarlanan ‘Mars Evi’, dijital sanat pazarı SuperRare tarafından ‘dünyanın ilk dijital evi’ olarak tanımlandı.

Tokenlerini nereden satın alabilirim?

NFT’ler çeşitli platformlarda satın alınabilir ve hangisini seçeceğiniz, ne satın almak istediğinize bağlı. Satın aldığınız platforma özel bir cüzdana ihtiyacınız olacak ve bu cüzdanda kripto paranız olması gerekecek. Mesela Beeple’s Everydays’in satışı 69.3 milyon dolara mal oldu.

Pek çok NFT türünün yüksek talebi nedeniyle, bunlar genellikle ‘drop’ olarak bırakılır. Bu, düşüş başladığında hevesli alıcıların çılgınca koşması anlamına gelir, bu nedenle kayıt olmanız ve cüzdanınızı önceden doldurmanız gerekir.

Bazı NFT satışı yapan siteler:

Ayrıca, bu varlıklar oyuncular tarafından satın alınabilir ve satılabilir. İçeriğinde ise kılıç, skin veya avatar gibi oyunla ilgili varlıklar içerir.

Dünyayı Değiştiren 10 En Önemli Tesadüfi Buluş

Reading Time: 4 minutes

Bilimle ve teknoloji ilgilenen herkes bilir ki sonuca ulaşmak için dikkatlice planlanmış ve odaklanılmış deneyler gerekir. Gerçekten de öyle mi? Tüm bilimsel buluşlar %30 ila %50 oranla tesadüfi gerçekleştiğini öğrenince benim gibi şaşırabilirsiniz.

Fakat bu tesadüfi keşiflerde kaçırılmaması gereken bir nokta var. Bir kaza sonucu meydana gelmiş olabilirler, ancak bilim adamları ve araştırmacıların beklenmedik sonuçlara dikkat etmeleri ve önem göstermeleri sonucunda bulunmuşlardır.

Bilimde duyulabilecek en heyecan verici cümle, yeni keşifleri simgeleyen, “Eureka!” değil, “Ne kadar da tuhaf…” Isaac Asimov

En Büyük 12 Tesadüfi Keşif

1. 1827 – Kibrit

İngiliz kimyager John Walker, laboratuvarında farklı kimyasallar denemeyi severdi. Birbirleriyle nasıl tepki verdiklerini görebilmek için maddeleri karıştırırdı. Son karışımı, antimon sülfür ve potasyum klorat karışımıydı.

Bu, karıştırma çubuğunun ucunu kaplayan özellikle yapışkan bir karışımdı. Kazıyıp çıkarmaya çalışırken alevler içinde kaldı ve kimyacıyı şok etti. Dünyanın ilk kibritini icat etmişti. Bu icat sonrasında “John Walker’ın Sürtünme Işıkları” olarak pazarlandı.

2. 1878 – Sakarin

Rus kimyager Constantine Faglberg, Baltimore’daki prestijli John Hopkins Üniversitesi’nde çalışıyordu. Kömür katranının kimyasal özelliklerini analiz etmekle görevlendirildi.

Bir gün ellerini yıkamayı unuttu ve öğle yemeğinde tadı “çok tatlı” olduğunu fark ettiğinde bir ekmek yiyordu. Bundan kurtulmak için ağzını peçeteyle sildi ama peçete ekmekten daha tatlıydı. Şurup gibi tadı olan bir bardak su içti. Sonrasında üzerinde çalıştığı kömür katranı ile tatlı tadı arasındaki bağlantıyı kurdu. Yanlışlıkla sakarini keşfetmişti. Sakarin şekerden 300 – 400 kat daha tatlıdır.

3. 1886 – Coca Cola

Amerikalı biyokimyacı John Pemberton, Amerikan İç Savaşı’nda neredeyse ölümcül bir yara almıştı. Sürekli acı içindeydi ve morfine bağımlı hale geldi. Bağımlılığından kurtulmak için alternatif bir ağrı kesici icat etmeye çalışıyordu.

Coca yaprakları ve cola fıstığından oluşan bir şurup bağlantısı buldu. Şans eseri bir kazada, laboratuvar asistanı şurubu karbonatlı suyla karıştırdı ve Coca-Cola’nın ilk versiyonu doğdu. Bu baş ağrılarını iyileştirmedi ve Pemberton, basit şurubunun alkolsüz içecek endüstrisi üzerindeki etkisini görmeden öldü.

4. 1895 – X-ray

1895’te Alman fizikçi Wilhelm Roentgen, oda karanlıkken yakınındaki bir ekranda garip bir fosforlanma fark ettiğinde katot ışın tüpleriyle deneyler yapıyordu. Bu ışıltının deneyini bozmasını istemedi, bu yüzden ışınları tüplerden engellemeye çalıştı ama hiçbir şey işe yaramadı.

Sonra, elini tüpün üzerinden geçirdiğinde, ekranda kemiklerin belirdiğini gördü. Roentgen, modern röntgeni keşfetmişti.

5. 1896 – Radyoaktiflik

Bazen, kazara bir keşif için ideal koşulları yaratmak için gereken tek şey, biraz kötü hava koşullarıdır. Fransız bilim adamı Henri Becquerel, Roentgen’in yakın zamanda keşfettiği x-ışınlarını duymuştu. Becquerel, çalışmaları ilerletmek istedi. Uranyum kristallerinin güneş ışığını emebileceğine ve bir görüntü oluşturabileceğine inanıyordu.

Deneyler yaptı ve sonuç, kristallerin fotografik plakalarda güneşin plakalara ulaşıp ulaşamayacağını gösteren ana hatları gösterdi. Bunu kristallerin görüntüleri üretmek için güneşi emdiğinin kanıtı olarak varsaydı. Sonra hava bulutlu bir hal aldı, tabakları ve kristalleri karanlık bir çekmeceye kapattı. Döndüğünde, tabaklardaki görüntü oldukça netti. Becquerel, uranyumun radyoaktivite yaydığını tesadüfen keşfetmişti.

6. 1903 – Kırılmaz cam

Fransız bilim adamı Edouard Benedictus bütün gün selüloz nitrat bileşiği ile deneyler yapıyordu. Belki de yorgundu. Bileşik karışımını içeren şişeyi yanlışlıkla düşürdü.

Cam kırıldığında minicik parçalara ayrılmaması onu şaşırttı. Bunun yerine, orijinal şeklini korudu. Benedictus, karışımın şişenin içini kapladığına ve bir şekilde cam kırılmasının durdurulmasına yardımcı olduğuna inanıyordu. Kırılmaz camı icat etmişti.

7. 1928 – Penisilin

Muhtemelen tüm tesadüfi keşiflerin en ünlüsü penisilindir. 1928’de İskoç biyolog Alexander Fleming tatildeyken bir hafta boyunca tezgahta bir petri kabını açık bıraktı. Döndüğünde yeşil-mavi bir küfün büyüdüğünü fark etti. Küf, tabaktaki bakterileri yemişti.

Fleming yemeği çöpe atmış olsaydı, modern tıbbın öncüsü olan güçlü antibiyotik penisiline sahip olmayabilirdik.

8. 1945 – Mikrodalga

1945’te Amerikalı mühendis Percy Spencer bir radar şirketinde çalışıyordu. Radarlar, bir antenden uzaya elektromanyetik enerji ışını yayarak çalışır. Bu, bir alanı tarar ve bir nesneye çarparsa geri uyarı gönderir.

Spencer, yüksek enerji dalgalarını ateşleyebilecek bir magnetron tüp üzerinde çalışıyordu. Tüpün yanından geçerken cebindeki bir çikolatanın gizemli bir şekilde eridiğini fark etti. Bu merakını artırdı.

Tüpün yanına mısır koydu ve patlamaya başladı. İlk mikrodalga 150 cm yüksekliğinde olmasına rağmen, bu mikrodalga teknolojisinin başlangıcıydı. Bildiğimiz kompakt versiyonun piyasaya çıkması birkaç yıl daha alacaktı.

9. 1951 – Süper Yapıştırıcı

Amerikalı kimyager Harry Wesley Coover Jr. için sıradan bir gün gibi başladı ama üzerinde çalıştığı yeni bir madde pahalı bir merceği yok ettiğinde, işini kaybettiğini düşündü.

Maddenin ısıya dayanıklı olması ve jet uçakları için silah nişangahlarının lenslerini koruması gerekiyordu. Bunun yerine, uyguladığında lensleri birbirine yapıştırdı ve birbirinden ayrılamadılar. Süper yapıştırıcının ilk versiyonunu pazarlamak 7 yıl sürdü.

10. 1956 – Kalp Pili

Amerikalı mühendis ve mucit Wilson Greatbatch, elektronikle uğraşmayı severdi. Eşi Eleanor’un yardımıyla insan kalp atışlarını kaydeden yeni bir makine icat etmekle ilgileniyordu. Bu, hızlı veya düzensiz kalp atışları olan insanları teşhis etmesine yardımcı olacaktı.

Ancak makineyi yaparken yanlışlıkla yanlış parçayı yerleştirdi. Kayıt yapmak yerine, makine kendi başına bir elektrik atışı yaptı. Greatbatch az önce meydana gelen şeyin önemini anladı. Kalp pilini bulmuş oldu.

İnovasyonun 10 Türü: Yenilikçi bir ürünü keşfetme sanatı

Reading Time: 3 minutes
  • İnovasyon işinizi ileriye götürür, ancak genellikle yanlış anlaşılır.
  • 2.000’den fazla yeniliği inceledikten sonra, Doblin çoğu buluşun mühendislik buluşlarından veya nadir keşiflerden kaynaklanmadığını keşfetti.
  • Pratik olarak 10 farklı inovasyon türü vardır.

Risk Sermayederi Peter Thiel‘in dediği gibi, “rekabet kaybedenler içindir“. Her şirketin pazar payı için mücadele etmesi gayet normaldir, ama ekonomide tam rekabet olarak bilinen senaryoda olmak istemezsiniz.

10 İnovasyon Türü

Tarih boyunca 2.000’den fazla iş yeniliğini inceledikten sonra, çoğu buluşun mutlaka mühendislik buluşlarından veya nadir keşiflerden kaynaklanmadığını ortaya çıkardı. Bunun yerine, inovasyonları 10 farklı boyutta kategorize edilebileceğini gözlemledi. Rekabeti analiz etmek, ürün zayıflıkları için stres testi yapmak veya ürünleri için yeni fırsatlar bulmak için ortaya çıkan stratejik çerçeve.

Yenilik Türleri 1-4: “Konfigürasyon”

Doblin’e göre, ilk dört tür inovasyon şirketin konfigürasyonu ve “perde arkasında” gerçekleşen tüm işler etrafında merkezleniyor.

Bu kategorideki yenilik türleri doğrudan müşteriye dönük olmasa da, aşağıdaki örneklerdeki gibi yine de müşteri deneyimi üzerinde önemli etkiye sahip olabilirler. Şirketinizin ve ürünlerinizin nasıl organize edildiği, diğer kategorilerde yeniliklere olanak tanıyacak kadar önemli bir alt etkiye sahip olabilir.

Buradaki en ilginç örneklerden ikisi Google ve McDonald’s. Her iki şirket de çalışanları için önemli ilerlemeler kaydetmeleri adına iç yenilikler yaptı.

McDonald’s örneğinde, Egg McMuffin’in piyasaya sürülmesine yol açan franchise görüşü, şirketin şu anda gelirlerin %25’ini oluşturan kahvaltı sunumuna öncülük etti. Kahvaltı şu anda şirketin en karlı bölümü.

İnovasyon Türleri 5-6: “Teklif”

Çoğu insan inovasyonu düşündüğünde, muhtemelen akla gelen teklif kategorisidir.

Ürün performansında iyileştirmeler yapmak, bilinen ama zor bir inovasyon türüdür. Teknik yeniliğe yönelik derinlemesine kökleşmiş şirket kültürü eşlik etmediği sürece, bu tür gelişmeler rekabete karşı yalnızca geçici avantaj yaratabilir.

Bu, Doblin’in şirketlere birçok yenilik alanını bir araya getirmeye odaklanmalarını önerisinin parçasıdır. Çok daha istikrarlı bir ekonomik zorluk yaratır.

Apple inovasyon konusunda bir üne sahiptir. Ancak yukarıda vurgulanan ürün ekosistemi, şirketin stratejisinin yeterince takdir edilmeyen parçasıdır. Ürün ekosistemi üzerine düşünmek ve bunların birlikte kusursuz şekilde çalıştığından emin olmak, ek yardımcı program yaratılırken, müşterilerin Apple ürünlerinden uzaklaşmasını da zorlaştırıyor.

İnovasyon Türleri 7-10: “Deneyim”

Bu tür yenilikler müşteriye en çok görünenleridir ve en çok olumlu olumsuz eleştiri alanıdır.

Diğer yenilikler yukarı akışta meydana gelme eğilimindeyken, deneyimdeki yeniliklerin tümü müşterilerin ellerinde denenir. Bu nedenle, bu fikirlerin yaygınlaştırılmasına yoğun özen gerekmektedir.

İnternetin ilk günlerinde, online alışveriş güvencesizdi, ama Amazon‘un Amazon Prime’ı tanıtması ve üyelere ücretsiz hızlandırılmış gönderim, e-ticaretin kurallarını değiştirdi.

Böyle şeyi yerine getirmek küçük bir görev değildi, ancak bugün dünya çapında 150 milyon Prime kullanıcısı var. Bunlardan bazıları metro bölgelerinde iki saat gibi kısa sürede ürün alabiliyor. İnovasyon budur.

Doblin’in yukarıda belirtilen inovasyon çerçevesine karşılık gelen 100’den fazla taktiği içeren dosya ücretsizdir.

Planlı Eskitme ve Tarihsel Kökeni: Bozulmak İçin Tasarlandı

Reading Time: 3 minutes

Komplo teorilerine bayılırız, çok iyi bildigimiz bir şey olsa bile oturup dinlemek hoşumuza gider. Ancak, dünyanın düz olduğu ve bunu bizden sakladıkları gibi saçma teoriler o kadar çok kabul gördü ki popüler kültüre entegre oldular. En bariz örneklerden biri planlı eskitme, şirketlerin bizi yeni modeller almaya zorlaması ve böylece tüketimi sürdürmek için düşük dayanıklılığa sahip ürünler üretmeleri. Bununla birlikte, fikre bir de eleştirel bir gözle yaklaşmak lazım. Belki de her şey büyük şirketlerin cüzdanlarımızı boşaltmak için yaptığı bir komplo kadar basit değildir. Mühendis ve yazar Bob Baddeley, eğer planlı eskitme varsa, bu aynı zamanda ‘senin hatan’dır diyor.

Planlı eskitmenin tarihi, General Motors başkanı Alfred P. Sloan’ın rakip otomobil devi Ford ile rekabet etmek için bir strateji geliştirdiği 1920’lere kadar uzanıyor. Müşterilerin daha iyi bir sürüşe sahip olmaları için aşamalı olarak iyileştirilen model T ile Henry Ford’un ABD’yi domine etme çabasıyla karşı karşıya kalan Sloan, GM arabası olanların en son modeli satın almalarını istedi. Nedeni ise “yenisiyle karşılaştırıldığında geçmiş modellerden belirli bir memnuniyetsizlik” hissettikleri içindi.

Büyük Buhran ve Ampul Üreticileri

Sloan, bisiklet endüstrisinin işleyiş şekli olan yıllık model konseptini arabalarına uyguladı. Ancak, ilk olarak düşük dayanıklılığa odaklanmadılar. GM başkanı “dinamik eskime” terimini kullandı, çünkü niyeti tüketicilerin yeni modellere kıyasla arabalarını modası geçmiş olarak görmeleri ve ihtiyaç duymasalar bile değiştirmeleriydi. 1932’de bir makalede Büyük Buhran’ı atlatmak için tüketimi canlandırmanın bir yolu olarak gören emlakçı Bernard London’du: “Üretildikleri sırada eskiyen sermaye ve tüketim mallarının haritasını çıkarmak”. Makalenin başlığında, belki o zamana kadar iş dünyasında zaten dolaşan bir ifade kullandı: “Planlı eskitme”.

Bazıları bu fikre, faydalı ürünlerin ömürlerine bir sınırlama koyarak London’un önerisinden önce ulaşmıştı. 1924’te Cenevre’deki ana ampul üreticilerinin bir araya gelmesi ise amacı dünya pazarını bölmek olan Phoebus kartelini doğurdu. Bu organizasyon aynı zamanda ampullerin ömür beklentisi için de bir standart oluşturdu. O zamana kadar yaygın olan 1.500 veya 2.000 saat yerine 1.000 saat denildi. Kartel, daha uzun ömürlü ürünler üretenlere para cezası verdi. Ancak, Phoebus genellikle ampul satışlarını artırmak amacıyla yönlendirilmekle suçlanırken, mühendisler 1000 saat sonra verimliliğin düştüğüne, enerji israfının arttığına ve kartelin kazanması için ampul ömrünün kısaltılmasını yalanladıklarına inanıyorlardı.

Bugün tüketiciler arasında, teknoloji şirketlerinin bizi yeni modeller satın almaya zorlamak için düşük dayanıklılığa sahip cihazlar üretme stratejisini yaygın bir şekilde benimsedikleri fikri yayıldı. Ancak Baddeley, bize kendi deneyimlerinden bir ders veriyor. Bir mühendis olarak, sık eskimenin bir nedeni olan değiştirilemeyen pilin geliştirilmesinde bulundu. Ancak uzman, bu kararın tüketicilerin kendilerinden gelen talebe yanıt olduğuna dikkat çekiyor. “Kullanıcılar, cihazın pil ömründen daha uzun süre çalışmasıyla ilgilenmediler,” diyor.

Yeninin Cazibesi ve Planlı Eskitme

Pek çok uzman için anahtar nokta, hepimizin Sloan’ın öngördüğü yeninin cazibesine yenik düşmüş olmamızdır. Planlı eskitme, yalnızca endüstrinin satış yapma arzusuna değil, aynı zamanda tüketicinin en son modele sahip olma arzusuna da yanıt verir. Baddeley için, “Üreticilerin tüketicilere tam olarak istediklerini verdiklerini ve genellikle üründen farklı şekillerde ödün verdiklerini düşündüğünüzde tüm komplo teorisi açıklanıyor. Bu her zaman bir değiş tokuştur. Yale Üniversitesi ekonomi profesörü Judith Chevalier şöyle açıklıyor: “Şirketler tüketicilerin zevklerine tepki veriyor ve bu planlı eskitme sadece üreticilerin aldatması değil, bazen hata daha dayanıklı bir ürüne değer vermeyen en son teknolojiye sahip olan tüketicilerde yatıyor.”

Planlı eskitme için savunulan tezlerden biri ise mevcut tüketici modelinin yaşam kalitesini tarihte daha önce hiç olmadığı kadar yükseltmesidir. Ancak bu tezin antitezi, bu sistemin bir sahtekarlık olarak görülmesi. Apple’in bazı telefonlarını bilerek yavaşlattığını ve batarya problemini hatırlayın. 25 milyon euro ceza aldılar.

120 yıldır yanan patlamayan lamba Centennial Light

Planlı eskitme mitlerinden birinin bir ampule de atıfta bulunması tesadüf değildir; Kaliforniya’daki Livermore-Pleasanton itfaiye istasyonunun ünlü ampulü Centennial Light, 1901’den beri neredeyse sürekli parlıyor ve hatta kendi web kamerasına da sahip. Kaliforniya ampulü, planlanan eskitmeye karşı hareketin simgesi haline geldi. Bazıları ömür boyu sürecek ürünler yapmanın mümkün olduğunu da savunuyor.

Ancak, burada da mit o kadar net değil. Ampul üzerinde yapılan bir çalışma, daha sonra yaygınlaşacak tungsten yerine karbondan yapılan filamanın normalden sekiz kat kalın olduğunu, bu da patlamasını zorlaştırdığını belirledi. Ancak bu kalınlık, olumsuz ve büyük bir enerji verimsizliği anlamına gelir; parlaklığının başlangıçta yaklaşık 30 watt olduğu düşünülürken, bugün sadece dört watt ile parlıyor. Bu da bir küçük Ikea mumunun parıltısına eşdeğer. Centennial Light, planlı eskitmeden önceki zamanlardan kalan bir şey olsa da bugün kimsenin satın almak istediği türden bir ürün değil.