Posts in Technology

Işığın Batı Kültürlerinde Anlamı ve Kullanımı

Reading Time: 2 minutes

Antik Yunan’da ‘techne’ kelimesi olmasına rağmen, teknoloji kelimesinin kullanımı eski zamanlarda çok fazla yaygın değildi. Mekanik sanatlar, icat, bilim kelimeleri daha yaygındı. Hatta bir Amerikan süreli yayınının araştırmasında 1860 ve 1870 arasında “teknoloji” (technology) 149 kez, “icat” (invention) 24,957 kez bulunur. Çünkü teknolojinin sembolik anlamı, zamana göre hatta bölgeden bölgeye değişir. Bu da kullanımını belirler. Işığın doğu ve batı kültüründe anlamı ve kullanımı buna güzel bir örnek.

Edison’un 1879’daki akkor ışığı, tiyatrolarda dramatik efekt vermek için kullanılır. 1910’lardan sonra ise elektrik lambası yavaş yavaş çoğu eve ulaşmaya başlar. Daha sonrasında ışık, bir zenginlik göstergesi gibi gösterişçi tüketimi temsil etmeye başlar. Anıtlar ve gökdelenler aydınlatılır, tabela ve işaretler ışıldamaya başlar. Bunun sonuncunda, 1903’te New York, Boston gibi Amerikan şehirleri Paris, Londra, Berlin gibi Avrupa şehirlerine karşı daha fazla ışıklı hale gelir.

New York’ta I. Dünya Savaşı zamanında, enerji tasarrufunu artırmak için Times Meydanı karartılır. Bunun sonucunda şehir sakinleri oluşan yeni görüntünün anormal olmasından yakınırlar. Halk, devasa reklam panolarının geri dönmesini ister ve reklam panoları savaş bonosu sloganlarıyla geri döner.

Avrupa’da ise durum tam tersidir, ışığın bu yoğun anlamı ve kullanımı Avrupalılar için bir anlam ifade etmez. Işığın daha az kullanılması onlar için geçici bir durum değildi veya kültürel bir gecikmeydi. Ki bence bu gecikmeden ziyade bir kültürel uçurumdur. Çünkü Avrupa sokaklarında devasa reklam panoları ve yanıp sönen işaretler görmeyiz. Bu şekilde tüketimi teşvik eden markalardan biri nedir desem, sanırım aklınıza en başlarda Coca Cola gelir.

1944 yılında Norveç’te gerçekleşen Kış Olimpiyatları’nda Coca Cola ve diğer markaların ışıklı ilan dikmelerine Lillehammer Şehir Konseyi karşı çıkar. Bu markalara sadece ahşap ve metal tabela dikmelerine izin verilir. Neon ve plastik tabelalara kesinlikle izin verilmez.

Amerika’da ışıklandırma fazlasıyla sevilirken Avrupa’da abartı ve yapmacık bulunur. Dolayısıyla ışığın seviyesi ve kullanma yöntemi kültürden kültüre değişir. Amerika’da normal ve gerekli görülen bir şey Avrupa’da gelenek ihlali olarak algılanabilir.

Grice İşbirliği İlkesi Nedir? Konuşmada Beklentilerimizi Artırır mı?

Reading Time: 3 minutes

Günlük hayatta herkesin karşılıklı dil değişimini engellememesi ve aksine kolaylaştırması beklenir. Konuşma sırasında her katılımcı, konuşma hedeflerine ulaşmak için uygun bir katkı yapmaya çalışır. Karşılığında ise diğer taraftan rasyonel, işbirlikçi ve hedefe yönelik katkı yapmasını bekler. Böylece, işbirliği beklentiyi arttırır. H. Paul Grice, bu genel kuralı İşbirliği İlkesi (Cooperative Principles) olarak adlandırmaktadır.

Bu ilke, ifade edilen şeyin, konuşmanın amacı ve yönü doğrultusunda, gereken zamanda ve gerektiği kadar söylenmesini açıklar ve dört alt kategoriye ayrılır. Bunlar nicelik, nitelik, bağlantı ve tarz ilkeleridir. Nicelik, konuşmaya gerekli katkının yapılması ilkesidir. Bu ilkeye göre bilgi, ne gereğinden az ne de fazla olmalıdır. Evet, fazladan verilen bilgi de bu kuralı ihlal ediyor. Nitelik, yanlış olduğuna inanılan bir bilginin konuşma esnasında aktarılmasını ifade eder. Bağlantı ilkesi, konuşmada konu dışına çıkılmamasına, alakasız sözler söylenmemesine işaret eder. Tarz ilkesi ise, ifadenin açıklığıyla ilgilidir.

Grice‘a göre bu ilkelerden herhangi birini yerine getirmediğimizde işbirliği kuralını ihlal etmiş sayılıyoruz. Konuşmanın amacı, iletişim sürecinde başka bir noktaya evrilebileceği gerçeği var ama bu Grice işbirliği ilkesinden farklı bir şey. İroni yapma, espri yapma, dalga geçme ve istenmeyen durumdan kaçma da Grice’a göre bu ilkeleri ihlal ediyor. Bazı edimbilimcilere göre ise bağlantı ilkesi (maxim of relation) gereklidir.

Günümüzü baz aldığımızda ise Grice’ın işbirliği ilkesi birçok probleme çözüm oluyor gibi. Madalyonun diğer yüzüne bakarsak sadece bağlantı ilkesinin olması veya bazı ilkelerin ihlal edilmesi günü kurtarmamızı sağlıyor. Buna farklı perspektiflerden bakmak için gelecek 3 başlıkta teknoloji, Türk kültürü ve ilişkiler açısından inceleyeceğiz.

“Şimdi, Yapmak İstediğiniz İşlemi Birkaç Kelimeyle Belirtin…”

Bu cümleyi banka veya telefon operatörü çağrı merkezini aradığımızda duyuyoruz genelde. Yapmak istediğimiz şeyi nicel ve bağlantı ilkelerine uygun belirtmezsek amacımıza ulaşamıyoruz. Ya da chatbot iletişim kanallarında yazdığınız anahtar sözcüğe göre sizin beklemediğiniz bir cevap verebiliyorlar. Esasında söylediğiniz şey, Grice işbirliği ilkesi ne uygun olmasına rağmen chatbot anlamıyor ve bu yüzden o kapsam dışına çıkıyor. Teknoloji, kurallara uyan-uymayan ifadeleri anlamakta zorluk çekerken insanoğluna ise bu anahtar kelimeleri kullanmak zor veya sıkıcı geliyor.

via GIPHY

Tam bu noktada iki rolün birbirinden uzaklaşması işi zorlaştırırken yakınlaşması iletişim sürecini etkili kılıyor. Yani teknolojinin daha kapsamsal bir dile sahip olması, retorik dili anlayabilmesi, koşullandırmanın çeşitlenmesi ve insanın ifadesini kısa, açık bir şekilde amacına uygun söyleyebilmesi. Böylece, Grice ilkesi ile konuşmada işbirliği ve akabinde beklenti artar.

“Hayır, istemiyorum.”

Demek yerine “Yemek yer misin?” sorusuna “Ya esasında 2 saat önce başka bir arkadaşımla yemek yemiştim” olarak cevap verebiliyoruz. Ya da “nasılsın?” sorusuna “saol, teşekkür ederim” dediğimizde ne anlama geliyor? Kibar bir millet olabiliriz ama neden başta bir şeyi amacına uygun yapmıyoruz? Teknoloji konusunda olan sıkıcılık bir faktör olabilir. Türkçe ne kadar zengin bir dil ya da ne kadar fakir bir dil olduğu başka bir faktör olabilir. Anlatmak istediğimiz şeyin başkasında ne anlama geldiğini etkileyen kültürel denge de başka bir faktör olabilir. Buraya kadar bahsettiklerim nicel, bağlantı ve tarz ilkeleriyle ilgili.

Bir de iletişim sürecinde kullandığımız üçüncü kişi zamiri ve beden dili var. Türkçede üçüncü kişi zamirlerinin he/she/it diye ayrılmaması gündelik hayatı daha pratik yapması ve bütüncül bakış açısı katarken aynı zaman belirsizliğe neden olurlar. Beden dili açısından, bir şeyi istemediğimi belli etmek için kafamı salladığımda bazı yabancı arkadaşlarımın bunu anlamadıklarını farkettim. Bu Grice işbirliği ilkesine dahil olmasa da iletişim sürecini etkileyen faktör.

H. Spencer’ın rahatlama kuramında gülme, insanın içinde biriken sinirsel enerjinin boşaltılması sonucu oluşur. Bizi güldüren Nasreddin Hoca, 13. yüzyıldan bu yana anlatıla gelen kültürel bir zenginliğimiz. Peki, bu fıkralar Grice’ın işbirliği ilkesine uyuyor mu? Hayır, birçok durumda ihlal ediyor. Hikayelerde, kahramanlar, konuşmalara gerçek ve istenen katkıyı sağlamaz. Beklediği cevaplarla karşılaşamayan dinleyici ise aykırılık karşısında güler. Coşar ve Usta, “Bu gülüş, düşündüren, sorgulayan, yanlışı yıkan, görevci olmasıyla değerli, milli ruh taşıyan evrensel bir gülüştür” diye belirtiyor. Grice’ın ilkelerine uymayan konu ile bağlantısız yeterince bilgi vermeyen bu fıkralar, aksine daha akılda kalıcı mesaj veriyor.

“Artık beni anlamıyorsun!”

Dil faaliyetinin nihai hedefi, iletişim ortamında bir anlam üretmektir. Peki, ilişkilerimiz ne kadar anlamlı ve ne amaçla kuruluyor? Uzun ilişkiler, bazen beklentiyi arttırıp hayal kırıklığı ile sona gelebiliyorken bazen de bu iletişimi daha da sağlamlaştırıyor. Bir eğitim bilimleri dersimde hoca, ilişkilerimizde kriz anını eğlenceye dönüştürerek aşabiliyorsak o ilişki sağlamlaşmıştır demişti. Bu doğrultuda, dilin karşı tarafa yeteri derecede, doğru ve alakalı bilgi vermesi sonucunda verilen anlam yükü veya beklenti, tam tersine saniyeler içinde Grice ilkeleri ihlal edilerek yıkılmaz hale geliyor. Peki, konuşmada işbirliği beklentiyi artırıyor, ya beklentilerimiz?

Dil olmadan ilişki kurmak imkansız. Bir insanla ortak zevklerimizin olup olmadığını konuşarak anlayabiliriz. Bir sorun olduğunda karşı taraf ile iletişim kurup sorunu anlayabiliriz. Buraya kadar hep anlam faktöründen bahsettik, bir de ne hissettiğimiz var. Leibniz’te bulanık, karanlık düşünme, duyma ve istencin yanında olma anlamına gelen duygu ve duygularımız. Charles Dickens’ın Büyük Umutlar‘ında dediği gibi bazen kapıyı kapatıp yalnız kalmak, en güzel şey oluyor. Peki, konuşmuyorsak bu bir çözüm mü? Anlamı nasıl doğru, alakalı ve gerektiği kadar alacağız? Burada aklıma Suskunlar kitabının son cümlesi geliyor: “Belki de susmak, gerçeği anlamanın tek yoluydu“. Ki bu sefer zaman kuralını çiğnedik.

İnsanları Hareketlerinden Anlayabilen Araçlar(a) Doğru mu?

Reading Time: < 1 minute

Trafik ışıklarının olmadığı bir bölgede veya yayanın yola aniden atlaması durumunda bir otonom araç nasıl bir karar verir? Otonom araçlar konusunda en ufak bir şüphesi olanlar olumsuz yönde düşünebilir, ama esasında durum pek öyle değil. Örneğin, bir kavşak var ve trafik ışıkları çalışmıyor. Waymo’nun aracı bu durumu tespit ediyor ve yolun sol tarafında duran polise göre hareket ediyor. Polis gitmesini işaret etmedikten sonra araç hareket etmiyor. Hatta, araçların algılayıcıları ve yazılımları bisikletçilerin dönüş yaparken, dururken vb. yaptığı el işaretlerini de anlayabiliyor. Hemen aşağıdan Waymo’nun bu makine öğrenimini izleyebilirsiniz.

Bir diğer yandan araştırmacılar otonom araçların yayaların hareketlerini algılayıp sonraki hareketleri daha iyi tahmin edebilmesi için vücut dili üzerine çalışıyor. Bunun için araştırmacılar, araçların kameralarından, lidar sistemlerinden ve GPS’lerinden topladıkları data ile insanları 3D bilgisayar simülasyonlarıyla tekrar canlandırdılar.

Böylece, tekrarlayan olayları depolayan yapay bir ağ sistemi oluşturuyorlar. İnsanların yürüyüş şekline, vücut simetrisine ve ayaklarının konumuna odaklanarak yayaların bir sonraki hareketini tahmin edebiliyor ve otonom araçları bu hareketleri tanımaları için eğitebiliyorlar.

Dünyada bu gelişmeler olurken otonom araçların vadettikleri şeyleri ıskalamaları da gözden kaçmıyor. Bunun bir örneği üzerinde çok gelişmiş kamera ve sensör sistemleri bulunan Tesla Model 3. Arada çok mesafe olmasına rağmen otomobilin bu devrilmiş kamyonu görerek otomatik fren yaparak kazayı önleyememiş olması çok garip duruyor.

E-kitap Okuyucu Almak Mantıklı Mı? [Kindle vs Tablet]

Reading Time: 3 minutes

Bu yazıyı 8. nesil bir Kindle Paperwhite e-kitap okuyucu kullanıcısı olarak yazıyorum. Bundan önce başka e-kitap okuyucu (e-reader) kullanmadım. Benim için öne çıkan e-kitap okuyucu özelliklerini, sahip olduğum cihaza göre sıralayacağım. En sonda da “Kindle mı yoksa tablet mi almalıyım?” sorusuna cevap vereceğim.

  1. Işık açmadan, ekran ışığından gözünüzü yormadan okuyun

Bitirmeniz gereken bir makale var, fakat ışık açmak ve çıktı almak istemiyorsunuz. Bilgisayardan okumaya başladığınızda ise ekran ışığı gözünüzü rahatsız edebiliyor. Bu noktadan e-kitap okuyucunuza pdf halini aktarıp ışığı kapatabilirsiniz. Üstelik Kindle’ın ışığı gözünüzü rahatsız etmeyecektir. Dilerseniz dark mode‘a sahip bir cihaz alarak ekranınızı siyah yapabilirisiniz.

2. Güneş altında veya havuz başında okumak mümkün

E-mürekkep teknolojisine sahip bir e-kitap okuyucu bu sorunu çok iyi çözüyor. Direkt güneş ışığına maruz kalsa bile yazıların belirginliği yok olmuyor. Suya dayanıklı olması ise “ya bardağım devrilirse, ya suya düşerse” endişelerine karşın yaz ayında soğuk bir bardak su gibi geliyor. Yani Kindle Paperwhite 4 (2018) bu iki özelliğe de sahip.

3. Cepte taşınabilir ve uzun ömürlü batarya

Sahip olduğum e-kitap okuyucu kindle paperwhite küçük ve hafif. Ceketimin cebine kolayca sığıyor, bu yüzden gittiğim her yere götürebiliyorum.

Elektronik cihazların en büyük özelliği enerjiye ihtiyaç duymaları. Bir iPhone’nuz varsa her gün şarj etmeniz gerekiyor. E-kitap okuyucu tamamen farklı. Günde 1-2 saat her gün kitap okuyan birisi olsanız bile ayda bir kere şarj etmeniz yeterli.

4. Koca bir kütüphane kurmanıza gerek yok

Mesela 3 gb’lık bir e-kitap kütüphanem bulunuyor, içinde ise 2880 kitap bulunuyor. Kindle’n alanı ise 8 gb. Ders kitaplarını yükleseniz bile varın gerisini siz düşünün. Aradığım kitabı bulmak için arama çubuğuyla kolayca buluyorum.

Seyahat ettiğinizde ise hangi kitabı alayım diye düşünmeyin, valizinizde yerden tasarruf edin.

5. Altını çizin ve istediğinizde kolayca bulun

Kindle’n en sevdiğim özelliklerinden biri önemli gördüğünüz cümleye uzun basarak altını çizin. İstediğinizde o kitaba gelin ve notlar kısmına tıkayarak o kitaba ait tüm önemli cümleleri bir yerde bulun (ders kitaplarında çok işe yarıyor). Sonunda notlarınızı dışa da aktarabilirsiniz ve okuduğunuz kitabın kişisel özetine sahip olursunuz. Ayrıca, başkalarının çokça altını çizdiği yerleri de gösteriyor.

6. Yabancı dil öğreniminizi kolaylaştırıyor

Yabancı dillerde okuduğum kitaplarda anlamadığım bir kelimeyi anlamak için okumayı bırakmak zorunda kaldım. Şimdi, sadece kelimeye tıklıyorum ve entegre sözlükten açılan küçük pencerede kitaptan çıkmadan anlamı geliyor. Hatta, aldığınız kütüphaneye bağlı olarak bazı kitaplarda en çok aranan sözcüklerin anlamı direkt kelimenin altında yer alıyor.

7. Kimse ne okuduğunuzu görmeyecek

Bunu yeni farketmiş olmama ramen böyle bir tereddütünüz varsa gerçekten büyük nimet. Diyelim ki metroda Grinin Elli Tonu‘nu veya siyasi bir kitap okuyorsunuz. Sonuçta, e-kitap okuyucunuzun arkasında kapağı çıkmıyor, kim görecek?

8. Sesli kitaplarınızı Bluetooth kulaklık ile dinleyebilirsiniz

Bu özellik cihazdan cihaza değişiyor. Benim kullandığım Kindle’da bu özellik bulunuyor. Kullanımı gayet kolay. Çok mu önemli? Hayır, ama bazı insanların sesli kitap dinleme alışkanlığı bulunuyor.

9. E-kitap okuyucunuzun uygulaması ile kaldığınız yerden devam

E-kitap okuyucunuzun uygulamasını telefonunuza indirdiğiniz takdirde okuduklarınızı güncel tutacaktır. Burada önemli olan cihazın internete bağlı olması. Okuyucuda kaldığınız yeri bulut servisi ile güncelleyecektir. Kobo da bildiğim kadarıyla böyle bir özellik sunuyor.

Tablet mi almalıyım, yoksa Kindle mı?

Her e-kitap okuyucunun cihaz almadan önce sorduğu bir soru: Kindle mı tablet mi? Ben, kendime sorduğum bir soru ile buna cevap buldum. Bir iPad alıp hem kitap okuyup hem de günlük işlerimi yaparım diye düşünüyordum. E-kitap okuyucuların biraz yavaş olduklarını da hesaba katarak tablet alırsam üstelik daha sonra satarım yenilerim diye düşünüyordum. Fakat, gözden kaçan birkaç nokta var: iPad size bildirim gönderecek, kitap okurken rahatsız edecek, gözünüzü yoracak ve güneş ışığında ekran belirsizleşecek. Gerçekten kitap okumak gibi bir amacınız varsa e-kitap okuyucu size mutlaka konfor sunacaktır. Üstelik katbekat daha uygun bir fiyata alacaksınız ve muhtemelen ömür boyu veya uzun bir süre kullanacaksınız.

Wuhan Tedarik Zinciri Teknolojiye Nasıl Zarar Verecek?

Reading Time: 2 minutes

Çin’in Hubei bölgesi başkenti Wuhan, koronavirüs salgını ile adını çokça duyurmaya başladı. Şu anda, yoldan geçen birisine Wuhan desek ilk aklına gelecek konu eminim koronavirüs salgını olacaktır. Peki, eskiden otomotiv üretim merkezi olan Wuhan şehrinin özelliği nedir ve Wuhan teknoloji için ne önem arz ediyor? Bu yazımda, Wuhan’ın teknoloji açısından önemine ve tedarik zincirindeki aksamanın teknolojiye nasıl zarar verebileceğinden bahsedeceğim.

Wuhan, Çin’in değerli ürün ve hizmetlerin üretimini artırmayı amaçlayan hükümet destekli bir plan olan “Made in China 2025” kapsamında önemli bir rol oynamaktadır. Bu girişim kapsamında Wuhan, özellikle yarı iletkenler, LCD ekran üreten teknoloji ve elektronik şirketleri için bir merkez haline geldi. Milken Enstitüsü‘ne göre Wuhan, 2019’da Fortune 500 şirketinin 230’undan yatırım çeken ve 1.656 yüksek teknoloji işletmesine ev sahipliği yapan Çin’in en iyi dokuzuncu şehri oldu.

Wuhan’daki Teknoloji Tedarik Şirketleri

Örneğin büyük bir yarı iletken şirketi olan Tsinghua Unigroup, Mart 2016’da Wuhan’daki Çin’in en gelişmiş çip üretim tesislerinden birinin yapımını duyurdu ve bilgisayarlarda, akıllı telefonlarda kullanılmak üzere 3D NAND flash disk seri üretimini başlattı. Wuhan ayrıca, Foxconn‘dan (Apple için büyük bir elektronik tedarikçi) ziyade diğer iki büyük Çin yarı iletken üreticisi Wuhan Xinxin Yarı İletken Üretimi ve Yangtze Bellek Teknolojileri’ne ait üretim tesislerine ev sahipliği yapıyor. Wuhan’da önemli operasyonları olan diğer şirketler arasında Güney Kore’nin Samsung‘u, Tayvan’ın TSMC‘si (dünyanın en büyük anlaşmalı çip üreticisi) ve yerel teknoloji şirketleri Lenovo ve Xiaomi bulunuyor.

Xiaomi, ikinci merkezini Wuhan’da Aralık 2019’da koronavirüs krizinin başlamasıyla açtı. Akıllı telefon üreticisi, teknoloji şirketlerini çekmeyi amaçlayan 1.8 milyar dolarlık bir yatırımın bir parçası olarak 2017 yılında Wuhan il hükümeti tarafından şehre getirildi. Xiaomi’nin Wuhan’da yapay zeka, şeylerin interneti, büyük veri ve yazılım araştırmalarına odaklanan bir Ar-Ge merkezi var. Merkez, Wuhan’ın Optik Vadisi olarak da bilinen diğer birkaç ileri teknoloji girişiminde bulunduğu Yüksek Teknoloji Geliştirme Bölgesi‘nde yer alıyor.

Salgından önce, Çin 2018’de neredeyse sıfır olan payını 2020 sonuna kadar dünya bellek yongası üretiminin yaklaşık %5‘ini sağlamayı umutluyordu. Lenovo, Oppo ve Xiaomi gibi daha küçük akıllı telefon üreticileri, salgının bir sonucu olarak önemli operasyonel sorunlar ve planlama zorluklarıyla karşı karşıya kalacaklarına işaret ediyor.

Salgın ve işçi kıtlığından üretimin askıya alınması, Wuhan’ın ve Çin’in 2018’den beri sektörde yaşadığı önemli büyümeyi muhtemelen yavaşlatacak. Bu nedenle küresel teknoloji sektörü, Wuhan’daki üretim durmalarını yakından izliyor.