Posts in Sustainability

Degrowth (Büyümeme veya Planlı Küçülme) Nedir?

Reading Time: 2 minutes

Degrowth (büyümeme ya da planlı küçülme), her ne pahasına olursa olsun büyümeyi sürdüren, insan sermayesini sömüren ve çevresel yıkıma neden olan küresel kapitalist sistemi eleştiren bir fikirdir. Aktivistlerin ve araştırmacıların planlı büyümeme hareketi, kurumsal karlar, aşırı üretim ve aşırı tüketim yerine sosyal ve ekolojik refahı ön planda tutan toplumları savunuyor. Bu, yeniden bir radikal sermaye dağıtımı, küresel ekonominin maddi boyutunda küçülme ve ortak değerlerde özen, dayanışma ve özerkliğe doğru yönelmeyi de gerektirir. Büyümeme, ekolojik adalet ve herkes için iyi bir yaşam sağlamak için toplumları dönüştürmeyi amaçlar.

Degrowth’un (büyümeme ya da planlı küçülme) olmazsa olmazı:

Herkes için onurlu kendi kaderini tayin eden bir yaşam için çabalamak.
Doğal bir şekilde sürdürebilir ekonomi ve toplum.
Küresel Kuzey’de üretim ve tüketimin azaltılması ve tek taraflı Batılı kalkınma paradigmasından ayrılma. Küresel Güney’de özgür bir sosyal örgütlenme.
Gerçek siyasi katılıma izin veren demokratik karar alınabilen ortam.
Ekolojik sorunları çözmek için tamamen teknolojik değişiklikler ve verimlilikteki iyileştirmeler yerine sosyal değişimler ve yeterliliğe yönelim. Ekonomik büyümeyi kaynak kullanımından ayırmanın mümkün olmadığının tarihsel olarak görmek mümkün.
Açık, bağlantılı ve yerelleştirilmiş ekonomilerin yaratılması.

Bu küçülme tanımı, Leipzig’deki degrowth konferansında organizasyon ekibinin uyarladığı tanıma dayanmaktadır.

Neden “degrowth” kelimesi?

İngilizce konuşanlar bazen ‘degrowth‘ kelimesini sorunlu bulur ve bu yanlış anlamalara yol açabilir. Sadece kelimeyi okumak, olumsuz ve bazıları için ekolojik olmayan bir çağrışım içeriyor. Ancak terimin kökeni başka bir şey değildir. Fransızca’da “la décroissance” veya İtalyanca’da “la decrescita“nın feci bir selden sonra normal akışına geri dönen bir nehri ifade ettiği Latin dillerinde bulunur. İngilizce “degrowth” kelimesi, 2008 yılında Paris’te yapılan ilk uluslararası küçülme konferansından sonra öne çıktı. O zamandan beri akademik yazılarda ve medyada yer aldı ve sosyal hareketler ve paydaşlar tarafından kullanılmaktadır. İngilizce’de kolay kolay ağzımızdan çıkmayan bir terim kullanmanın bir avantajı da aksaklığa yol açmasıdır. Almanca çeviri olarak metinlerde “Postwachstum” kullanılıyor. “Wachstumsrücknahme” ve “Entwachstum” kelimeleri de eş anlamlı olarak kullanılır.

Sürdürülebilir Kalkınma Kısa Tarihi, Önemi ve Örnekleri

Reading Time: 5 minutes

Sürdürülebilir kalkınma, insan ile doğa arasında denge kurarak doğal kaynakları tüketmeden, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarının karşılaması gerektiği fikridir. Sürdürülebilir kalkınmanın ilk resmi tanımı 1987 yılında Birleşmiş Milletler‘in Brundtland Raporu‘nda yapılmıştır.

Sürdürülebilir kalkınma, toplumu uzun vadede var etmenin bir yoludur. Bu, çevrenin ve doğal kaynakların korunması, sosyal ve ekonomik eşitlik gibi zorunlulukları uygulamak anlamına gelir.

Sürdürülebilir Kalkınma Fikri Nasıl Ortaya Çıktı?

Sanayi devrimi, sürdürülebilir kalkınma fikrinin ortaya çıkmasıyla bağlantılıdır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batılı toplumlar, ekonomik ve endüstriyel faaliyetlerin çevre ve sosyal denge üzerinde önemli etkileri olduğunu keşfetmeye başlarlar. Bu süreçte çeşitli ekolojik ve sosyal krizler yaşanmış ve daha sürdürülebilir bir modele ihtiyaç olduğunun farkına varılmıştır.

Yirminci yüzyılda dünyayı sarsan ekonomik ve sosyal krizlerden bazı örnekler:

  • 1907: ABD Bankacılık krizi 
  • 1923: ABD Enflasyon krizi 
  • 1929: 1930’ların mali krizinin başlangıcı 
  • 1968: Orduya ve bürokrasiye karşı dünya çapında halk ayaklanmaları 
  • 1973 ve 1979: Petrol şokları 
  • 1982: Gelişmekte olan ülkelerin borç şoku

Bazı ekolojik kriz örnekleri:

  • 1954: Rongelap nükleer serpinti
  • 1957: Torrey Canyon petrol sızıntısı
  • 1976: Seveso felaketi
  • 1984: Bhopal felaketi
  • 1986: Çernobil nükleer felaketi
  • 1989: Exxon Valdez Kazası
  • 1999: Erika felaketi

Ortak Malların Trajedisi ve Sürdürülebilir Kalkınma [1968]

1968’de ekolojist ve filozof Garret Hardin, ortak malların trajedisi başlıklı bir makale yazdı. Bireyler rasyonel ve bireysel çıkarlarına odaklanırlarsa, toplumların ortak çıkarlarına karşı çıkacak ve insanların gezegenin doğal kaynaklarını tüketeceklerini savundu.

İnsanların bu şekilde doğal kaynaklara erişimi ve sınırsız tüketimi, bu kaynakların sonunu getirecektir. Hardin, insanın sınırsız bir şekilde ürediği için doğal kaynakların sonunda tükeneceğine inanıyordu. Yine Hardin’e göre, insanlığın gelecek bir felaketten kaçınması için ortak kaynakları kullanma şeklini kökten değiştirmesi gerekiyordu. Bu da sürdürülebilir bir kalkınma ile mümkün olabilirdi.

Büyümenin Sınırları ve Südürülebilir Kalkınma [1972]

Hardin’in makalesinden birkaç yıl sonra 1972’de, Club of Rome tarafından görevlendirilen bir grup bilim insanı, sınırlı kaynaklara sahip bir gezegende olabileceklerin sonuçlarını tahmin etmeyi amaçlayan bir bilgisayar simülasyonu yürüttüler.

Dünya nüfusu artışı, sanayileşme, kirlilik, gıda üretimi ve yenilenemeyen kaynakların tüketilmesi gibi 5 farklı etken arasındaki etkileşimler, bu değişkenlerin katlanarak büyüdüğü ve teknolojinin kaynakları doğrusal olarak artırdığı bir senaryo göz önünde bulundurularak analiz edildi.

Bu senaryoya göre eğer insan büyümeye sınır koymazsa, en iyi ihtimalle 21. yüzyılın sonunda ekonomik ve sosyal bir çöküşün olacağı çıktı. Bu tahmin The Guaridan’ın makalesine göre olası görünüyor.

1. BM Çevre ve Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı [1972]

BM tarafından düzenlenen ilk büyük dünya liderleri toplantısı BM Çevre Konferansı, insanın çevre üzerindeki etkisini ve bunun ekonomik kalkınmayla nasıl ilişkili olduğunu tartışmak üzere 1972’de Stockholm’de düzenlendi. Bu toplantının ana hedeflerinden biri, dünya nüfusuna doğayı koruma konusunda ilham verecek ve rehberlik edecek ortak bir bakış açısı ve ortak ilkeler bulmaktı.

İnsani Gelişim Endeksi ve Sürdürülebilir Kalkınma [1980]

Gezegenin sınırları olduğu fikri yayıldıkça, kalkınmanın sadece ekonomik büyüme ile ilgili olmadığı fikriyle birlikte, İnsani Gelişim Endeksi‘nde (HDI) olduğu gibi entegre çözümler gelişmeye başladı. İnsani Gelişim Endeksi, günümüzde ülkelerin ekonomik ve sosyal başarılarını ölçen istatistiksel bir araçtır.

Bunun için sağlık, eğitim, finans, hareketlilik veya insan güvenliği gibi boyutlar ele alınır. BM Kalkınma Programı, her yıl, yıllık raporlarıyla birlikte yayınlanan HDI raporuna göre ülkeleri sıralıyor. Ülkelerin gelişmişlik düzeylerini izleyen indeks, periyodik olarak güncellenir.

HDI ve Ekolojik Ayak İzi – Sürdürülebilir Kalkınmanın Sağlanması

Toplumun en azından asgari HDI’ya gelmesi ve kişi başına düşen maksimum ekolojik ayak izinin altında yaşaması gerekir. Asgari HDI’nın üzerinde yaşamak, eğitim veya sağlık gibi insan ihtiyaçlarının karşılanmasını garanti eder.

Ekolojik ayak izi, dünyanın ekolojik kapasitesine göre kişi başına maksimum tüketim sınırını temsil eder. Altında yaşamak, gezegenin kendini yenileyebileceği için gelecek nesilleri tehlikeye atmaz. Asgari HDI’nın üzerinde ve kişi başına düşen azami ekolojik ayak izinin (insan nüfusu arttıkça azalan bir sayı) altında kalmayı başarabilseydik, sürdürülebilir bir gelecek için doğru yolda olurduk.

Brundtland Raporu ve Sürdürülebilir Kalkınma [1987]

Ortak geleceğimiz olarak da bilinen Brundtland Raporu, 1987’de sürdürülebilir kalkınma terimine en yaygın kabul edilen tanımını verdi. Yani, “insanın, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılamasını engellemeksizin mevcut gelişmenin bugünün ihtiyaçlarını karşılamasını sağlama yeteneği” sürdürülebilir kalkınmanın yaygın olarak kabul edilen ilk tanımıydı.

Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu da sürdürülebilir kalkınmada kalkınmanın sınırlamaları olduğunu vurguladı. Örgüte göre, “biyosferin insan faaliyetlerinin etkilerini absorbe etme konusundaki sınırlılığı ile birlikte çevresel kaynaklar üzerindeki mevcut teknoloji ve sosyal organizasyon” sürdürülebilir kalkınmaya sınırlamalar getirmektedir.

İklim Değişikliği ve Sürdürülebilir Kalkınma [1988]

İklim değişikliğinin gezegen ve insan yaşamı üzerindeki etkileri konusundaki bilinç arttıkça, BM Kalkınma Programı ve Dünya Meteoroloji Örgütü tarafından Uluslararası İklim Değişikliği Paneli oluşturuldu. Amacı, insan faaliyetlerinin iklim değişikliği üzerindeki etkisi hakkında araştırma yapmak ve bilgi paylaşmak. Ayrıca iklim değişikliğiyle mücadelenin nedenlerini, sonuçlarını ve yöntemlerini araştırmayı da amaçlamaktadır.

CO2 ve metan, dünyanın ideal sıcaklığını korumasına yardımcı ve bildiğimiz şekliyle yaşamı garanti etmek için var olan gazlardır. Bununla birlikte, bu gazların aşırı üretimi, gezegenin sıcaklığında bir artışa yol açar. Bunun nedeni, dünyanın yaydığı ve uzaya gidecek olan ısının bir kısmının atmosferde hapsolmasıdır.

Üçlü Bilanço Sistemi ve Sürdürülebilir Kalkınma [1994]

Üçlü Bilanço Sistemi. Görsel kaynak: TÜRKONFED

Üçlü bilanço sistemi, sürdürülebilir kalkınmanın temellerinden biri olan önemli bir varsayımdır. İlk olarak bir sürdürülebilirlik danışmanlık firmasının kurucusu olan John Elkington tarafından kullanılmıştır.

Bu ifade, şirketlerin 3 farklı alt çizgiyi göz önünde bulundurmaları gerektiği anlamına gelir, yani sadece kâr ve zarar hesabı değil. Bu, kuruluşların değer zincirlerindeki operasyonların sosyal açıdan ne kadar sorumlu olduğunu da ölçmeleri gerektiği anlamına gelir.

Buna ek olarak, Elkington üçüncü bir hususu ekledi: Şirketlerin gezegen üzerindeki çevresel etkilerini de ölçmeleri gerekiyordu. Sonuç olarak fikir, iş dünyasının insanlar ve gezegen üzerindeki etkisine de dikkat etmesi gerektiğidir.

Milenyum Ekosistem Değerlendirmesi ve Sürdürülebilir Kalkınma [2001]

Milenyum Ekosistem Değerlendirmesi, 2001 yılında başlayan ve BM tarafından talep edilen 4 yıllık bir araştırmaydı. 1200’den fazla araştırmacı, ekosistemlerdeki değişikliklerin insan refahı üzerindeki sonuçlarını değerlendirmek için bir araya geldi. Ekosistemlerin korunmasını ve sürdürülebilir kullanımı iyileştirmek için gereken eylemde bilimsel temeli bulmak başka bir hedefti.

Araştırmanın ana bulguları şunlardı:

  • İnsanlar ekosistemleri her zamankinden daha hızlı ve geniş çapta değiştirdi. Bu, önemli ve büyük ölçüde geri döndürülemez bir biyolojik çeşitlilik kaybıyla sonuçlandı;
  • Ekosistemlerde meydana gelen değişiklikler insan refahını ve ekonomiyi iyileştirdi, ancak gezegene ve topluma zarar verdi. Yüksek oranda azalan sadece biyolojik çeşitlilik değildi. Yoksulluk aynı zamanda birçok toplumu da etkiliyordu ve iklim değişikliği doğrusal olmayan değişim riskini artırdı;
  • Ekosistemlerin bozulması muhtemelen 21. yüzyılda daha da kötüleşecek;
  • Ekosistemin bozulmasını engellemek ve artan talebi karşılamak için gereken değişiklikler hala mümkün. Bununla birlikte, kamu ve özel sektör geneli politikalarda önemli değişiklikler gerekecektir.

Günümüzde Sürdürülebilir Kalkınma

Bugünün sürdürülebilir kalkınma planı oldukça güçlü, ancak hala alınacak çok yol var. En son IPCC raporu, küresel ısınmayı 2ºC’nin altında tutmak ve yıkıcı etkilerini önlemek için CO2 emisyonlarının azaltılmasıyla ilgili değişikliklerin hızla gerçekleşmesi gerektiğini gösterdi.

Sürdürülebilirliğin farklı alanlarında farklı kitlelerle çalışan birçok uluslararası aktör var. Bu konuda farkındalık yaratmak ve gelişmesi için koşullar yaratmak için aynı amacı paylaşıyorlar. Ana oyunculardan biri, birden fazla kampanya üzerinde aktif olarak çalışan Birleşmiş Milletler‘dir.

İş tarafında, Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi (WBCSD), üye şirketlerinin sürdürülebilir bir dünya yaratmak için iş geçişlerini hızlandırmalarına yardımcı olur. B-Corp hareketi, Rainforest Alliance, Fairtrade Foundation veya Bilinçli Kapitalizm Hareketi gibi gezegen için en iyi uygulamaları olan işletmeleri ödüllendiren bazı sertifikalar da vardır.

Aynı zamanda, Elen MacArthur Vakfı gibi kuruluşlar, döngüsel ekonomi hakkında toplulukların ve işletmelerin doğal kaynakları nasıl kullandıklarını sürdürülebilir kalkınmaya nasıl uyumlu hale getirebilecekleri konusunda rehberlik ederler. İşletmelerin faaliyetlerini tedarik zincirleri arasında uyumlu hale getirmek, kahve artıklarından mantar yetiştirmek gibi farklı ve ekolojik iş modellerinin gelişmesine de olanak sağlarlar.

Planlı Eskitme ve Tarihsel Kökeni: Bozulmak İçin Tasarlandı

Reading Time: 3 minutes

Komplo teorilerine bayılırız, çok iyi bildigimiz bir şey olsa bile oturup dinlemek hoşumuza gider. Ancak, dünyanın düz olduğu ve bunu bizden sakladıkları gibi saçma teoriler o kadar çok kabul gördü ki popüler kültüre entegre oldular. En bariz örneklerden biri planlı eskitme, şirketlerin bizi yeni modeller almaya zorlaması ve böylece tüketimi sürdürmek için düşük dayanıklılığa sahip ürünler üretmeleri. Bununla birlikte, fikre bir de eleştirel bir gözle yaklaşmak lazım. Belki de her şey büyük şirketlerin cüzdanlarımızı boşaltmak için yaptığı bir komplo kadar basit değildir. Mühendis ve yazar Bob Baddeley, eğer planlı eskitme varsa, bu aynı zamanda ‘senin hatan’dır diyor.

Planlı eskitmenin tarihi, General Motors başkanı Alfred P. Sloan’ın rakip otomobil devi Ford ile rekabet etmek için bir strateji geliştirdiği 1920’lere kadar uzanıyor. Müşterilerin daha iyi bir sürüşe sahip olmaları için aşamalı olarak iyileştirilen model T ile Henry Ford’un ABD’yi domine etme çabasıyla karşı karşıya kalan Sloan, GM arabası olanların en son modeli satın almalarını istedi. Nedeni ise “yenisiyle karşılaştırıldığında geçmiş modellerden belirli bir memnuniyetsizlik” hissettikleri içindi.

Büyük Buhran ve Ampul Üreticileri

Sloan, bisiklet endüstrisinin işleyiş şekli olan yıllık model konseptini arabalarına uyguladı. Ancak, ilk olarak düşük dayanıklılığa odaklanmadılar. GM başkanı “dinamik eskime” terimini kullandı, çünkü niyeti tüketicilerin yeni modellere kıyasla arabalarını modası geçmiş olarak görmeleri ve ihtiyaç duymasalar bile değiştirmeleriydi. 1932’de bir makalede Büyük Buhran’ı atlatmak için tüketimi canlandırmanın bir yolu olarak gören emlakçı Bernard London’du: “Üretildikleri sırada eskiyen sermaye ve tüketim mallarının haritasını çıkarmak”. Makalenin başlığında, belki o zamana kadar iş dünyasında zaten dolaşan bir ifade kullandı: “Planlı eskitme”.

Bazıları bu fikre, faydalı ürünlerin ömürlerine bir sınırlama koyarak London’un önerisinden önce ulaşmıştı. 1924’te Cenevre’deki ana ampul üreticilerinin bir araya gelmesi ise amacı dünya pazarını bölmek olan Phoebus kartelini doğurdu. Bu organizasyon aynı zamanda ampullerin ömür beklentisi için de bir standart oluşturdu. O zamana kadar yaygın olan 1.500 veya 2.000 saat yerine 1.000 saat denildi. Kartel, daha uzun ömürlü ürünler üretenlere para cezası verdi. Ancak, Phoebus genellikle ampul satışlarını artırmak amacıyla yönlendirilmekle suçlanırken, mühendisler 1000 saat sonra verimliliğin düştüğüne, enerji israfının arttığına ve kartelin kazanması için ampul ömrünün kısaltılmasını yalanladıklarına inanıyorlardı.

Bugün tüketiciler arasında, teknoloji şirketlerinin bizi yeni modeller satın almaya zorlamak için düşük dayanıklılığa sahip cihazlar üretme stratejisini yaygın bir şekilde benimsedikleri fikri yayıldı. Ancak Baddeley, bize kendi deneyimlerinden bir ders veriyor. Bir mühendis olarak, sık eskimenin bir nedeni olan değiştirilemeyen pilin geliştirilmesinde bulundu. Ancak uzman, bu kararın tüketicilerin kendilerinden gelen talebe yanıt olduğuna dikkat çekiyor. “Kullanıcılar, cihazın pil ömründen daha uzun süre çalışmasıyla ilgilenmediler,” diyor.

Yeninin Cazibesi ve Planlı Eskitme

Pek çok uzman için anahtar nokta, hepimizin Sloan’ın öngördüğü yeninin cazibesine yenik düşmüş olmamızdır. Planlı eskitme, yalnızca endüstrinin satış yapma arzusuna değil, aynı zamanda tüketicinin en son modele sahip olma arzusuna da yanıt verir. Baddeley için, “Üreticilerin tüketicilere tam olarak istediklerini verdiklerini ve genellikle üründen farklı şekillerde ödün verdiklerini düşündüğünüzde tüm komplo teorisi açıklanıyor. Bu her zaman bir değiş tokuştur. Yale Üniversitesi ekonomi profesörü Judith Chevalier şöyle açıklıyor: “Şirketler tüketicilerin zevklerine tepki veriyor ve bu planlı eskitme sadece üreticilerin aldatması değil, bazen hata daha dayanıklı bir ürüne değer vermeyen en son teknolojiye sahip olan tüketicilerde yatıyor.”

Planlı eskitme için savunulan tezlerden biri ise mevcut tüketici modelinin yaşam kalitesini tarihte daha önce hiç olmadığı kadar yükseltmesidir. Ancak bu tezin antitezi, bu sistemin bir sahtekarlık olarak görülmesi. Apple’in bazı telefonlarını bilerek yavaşlattığını ve batarya problemini hatırlayın. 25 milyon euro ceza aldılar.

120 yıldır yanan patlamayan lamba Centennial Light

Planlı eskitme mitlerinden birinin bir ampule de atıfta bulunması tesadüf değildir; Kaliforniya’daki Livermore-Pleasanton itfaiye istasyonunun ünlü ampulü Centennial Light, 1901’den beri neredeyse sürekli parlıyor ve hatta kendi web kamerasına da sahip. Kaliforniya ampulü, planlanan eskitmeye karşı hareketin simgesi haline geldi. Bazıları ömür boyu sürecek ürünler yapmanın mümkün olduğunu da savunuyor.

Ancak, burada da mit o kadar net değil. Ampul üzerinde yapılan bir çalışma, daha sonra yaygınlaşacak tungsten yerine karbondan yapılan filamanın normalden sekiz kat kalın olduğunu, bu da patlamasını zorlaştırdığını belirledi. Ancak bu kalınlık, olumsuz ve büyük bir enerji verimsizliği anlamına gelir; parlaklığının başlangıçta yaklaşık 30 watt olduğu düşünülürken, bugün sadece dört watt ile parlıyor. Bu da bir küçük Ikea mumunun parıltısına eşdeğer. Centennial Light, planlı eskitmeden önceki zamanlardan kalan bir şey olsa da bugün kimsenin satın almak istediği türden bir ürün değil.

Ehrlich ve Simon ‘un Bahsi Ne Anlatmaya Çalışır?

Reading Time: 2 minutes

Ehrlich-Simon bahsi nedir? Ekonomi ve çevre konusunda neyi anlatmaya çalışır? 1980 yılında bilim tarihinin en ünlü bahislerinden biri gerçekleşir. Bir biyolog olan Paul Ehrlich, hızla artan nüfusun kaynakları daha da azaltacağını öngörür. Bir ekonomist olan Julian Simon, insanlığın asla kaynakları tükenmeyeceğini düşündü, çünkü daha yüksek fiyatlar yeni rezerv arayışını ve kaynakların kullanımını ekonomikleştirme yollarını teşvik edeceğini düşündü. Ehrlich, Simon’a beş metadan oluşan bir sepetin (bakır, krom, nikel, kalay ve tungsten) fiyatının, artan kıtlıktan dolayı on yılda gerçek anlamda artacağını söyledi.

29 Eylül 1980, beş metadan her birinin 200 dolarını aldılar (toplam 1.000 dolarlık bahis). Bu kaynakların fiyatları önümüzdeki 10 yıl içinde enflasyondan daha hızlı yükselirse, Simon Ehrlich’e enflasyona göre ayarlanmış fiyatlar ile 1.000 dolar arasındaki farkı ödeyecekti. Gerçek fiyatlar düşerse, Ehrlich Simon’a farkı ödeyecekti. Bu süre zarfında küresel nüfus 846 milyon arttı (%19’luk bir artış). Ayrıca bu süre zarfında kişi başına gelir 753 dolar arttı (% 15, 2005 dolarında enflasyona göre). Ancak bu 10 yılda, malların enflasyona göre ayarlanmış fiyatları 1.000 $’dan 423.93 $’a düştü. Ehrlich bahsi kaybetti ve Simon’a 576.07 dolarlık karşılığında bir çek gönderdi.

Ehrlich-Simon bahsi, dünyanın doğal kaynakların “tükenip tükenmediği” sorusuna dayanıyordu, ancak 10 yıllık bir aralığın bize uzun vadeli hammadde kıtlığı hakkında çok fazla şey anlatması mümkün değil. Arz ve talep, bize bunun nedenini anlatır. Bakır veya krom gibi emtialar genellikle esnek olmayan (dik) kısa dönemli talep ve arz eğrilerine sahiptir, çünkü bu kaynaklar için çok az ikame vardır.

Uzun vadede bakır veya kromun fiyatına ne olur ve bir müddet sonra tükenir mi?

Bakırın fiyatı yükseldikçe, üreticiler çıkarılmasını daha ucuz hale getirmek için yeni teknolojilere yatırım yapacaklar. Tüketiciler ise bakırdan diğer hammaddelere ikame edeceklerdir. Her ikisi de fiyatları düşürüyor.

Bakır fiyatı düşmeye başladıkça, firmalar maden çıkarım yatırımlarını azalttı ve tüketiciler daha fazla bakır talep eder. Bu fiyatları tekrar yukarı çekiyor. Böylece, hammaddeler için piyasa fiyatlarının varlığı nüfus ve refah artışlarına rağmen ‘kaynakların tükenmemesini‘ sağlar. Bilinen rezervlerin üretime oranı fazla düşmemektedir.

Bu hikayenin kaynağı The Economy‘dir.

Temiz Kalkınma Mekanizması (CDM) Nedir? Ne işe yarar?

Reading Time: 2 minutes

İklim değişikliği ile adı çokça geçen Temiz Kalkınma Mekanizması (CDM Clean Development Mechanism) nedir? Kyoto Protokolü’nün 12. maddesinde tanımlanan Temiz Kalkınma Mekanizması (Clean Development Mechanism), Kyoto Protokolü (Ek B Tarafları) kapsamında emisyon azaltma veya emisyon sınırlama taahhüdü bulunan bir ülkenin gelişmekte olan ülkelerde emisyon azaltma projesi uygulamasını sağlar. Bu tür projeler, her biri bir ton CO2’ye eşdeğer olan satılabilir Sertifikalandırılmış Emisyon Azaltma (CER) kredileri kazanabilir ve bu da Kyoto hedeflerini karşılamaya sayılabilir.

Nasıl yani, daha az CO2 üreten para mı kazanacak?

Kyoto Protokolü’ne göre, her gelişmiş ülkenin yani Annex I Tarafaları’nın bir karbon dioksit salınım azaltma hedefi vardır. Örneğin, Almanya 2030 yılına kadar karbon salınım derecesini 1990’lara göre %55 azaltması gerekiyor. Bir Temiz Kalkınma Mekanizma (CDM) projesi, örneğin, güneş panelleri kullanma veya daha enerji tasarruflu kazanların kurulumunu yapan kırsal bir elektrifikasyon projesini içerebilir.

Temiz Kalkınma Mekanizması, sürdürülebilir kalkınma ve emisyon azaltımlarını teşvik ederken, sanayileşmiş ülkelere emisyon azaltma veya hedeflere ulaşma konusunda esneklik kazandırıyor. Diyelim ki Almanya 2030 hedefine ulaşamayacağını düşünüyor, o zaman Annex (ek) B ülkelerinden birinde mesela Çin’de proje yapıp CER kredisi kazanabilir. Ya da kendi ülkesinde karbon salınımı azaltımının maliyeti oldukça yüksekse, bu hedefine tamamen Annex B ülkelerinde mesela Çin’de gerçekleştirdiği projelerle ulaşabilir. Şu anda Çin’e olan talep gibi bir politika haline gelebilir, hem de ülke o pazara girmiş olur.

Diyelim ki başka bir Annex I ülkesi mesela İtalya bu hedefe ulaşamayacağını düşünüyor, o zaman başka bir ülkeden para ile CER kredisi alarak çözüm bulabilir. Bu noktada belli bir pazar oluşmuş oluyor, hatta Londra Karbon Borsası (CTX) bunun ilk örneğidir. Protokol’ün asıl amacı yine kapitalist politikalar yüzünden sendelenmiş oluyor. Bu da ortaya güvenlik problemi çıkarmış oluyor.

Türkiye Kyoto Protokolü’nde mi? Ek B listesinde yer alıyor mu?

Türkiye aslen UNFCCC’nin Ek I ve Ek II’de listelenmiştir. Eklerdeki listeye itiraz ettiği için Sözleşmeyi onaylamayı reddetti. 1997 yılında, Ek I ve Ek II’nin Türkiye’yi kaldırmak üzere değiştirilmesine ilişkin bir teklif sunuldu. Bu teklif üzerinde fikir birliğine varılamamasına rağmen, uzlaşma sağlanmış ve 2002 yılında yürürlüğe giren bir değişiklik Türkiye’yi Ek II’den kaldırmıştır. Protokol kabul edildiğinde BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi tarafı olmayan Türkiye, Protokolün Ek-B listesine dahil edilmemiştir.

Kyoto Protokolü nedir?

Kyoto Protokolü, küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi sağlamaya yönelik uluslararası tek çerçeve. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi içinde imzalanmıştır. Bu protokolü imzalayan ülkeler, karbon dioksit ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın salımını azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa karbon ticareti yoluyla haklarını arttırmaya söz vermişlerdir. Protokol, ülkelerin atmosfere saldıkları karbon miktarını 1990 yılındaki düzeylere düşürmelerini gerekli kılmaktadır.