Searched for

Unpacking Overtourism: A Global Phenomenon with Local Consequences

Reading Time: 2 minutes

Tourism, as one of the world’s fastest-growing industries, has propelled economic growth but has also birthed the term “overtourism.” This phenomenon, characterized by an overwhelming influx of tourists, has led to dissatisfaction and adverse impacts on the economic, socio-cultural, and environmental aspects of major tourist destinations.

The rapid surge in visitor numbers has strained public transportation, infrastructure, and facilities originally designed for residents. The rise of online accommodations and tourism services has further disrupted daily life. The economic benefits destinations gain from tourism often come at the cost of residents and their well-being. As Butler aptly describes, these destinations suffer from their own success, becoming victims of their allure.

European tourist destinations, including Amsterdam, Barcelona, Reykjavik, and Venice, have experienced social unrest and protests. The term “tourismphobia” emerged, reflecting locals’ anti-tourist sentiments due to pressures like loss of purchasing power, rent inflation, and a sense of alienation. Overtourism, however, differs from tourismphobia, as it encompasses various factors contributing to the disruptions caused by excessive tourism.

While the term “overtourism” gained popularity recently, the problem itself has roots in literature dating back to the 1960s. Dredge suggests that overtourism is akin to “old wine in new bottles,” drawing parallels with earlier concerns about resource overconsumption and overuse in tourism.

Definitions of overtourism vary among scholars, ranging from exceeding carrying capacity to social and ecological impacts. Overtourism is not synonymous with overcrowding or mass tourism; it requires surpassing a destination’s carrying capacity. Social carrying capacity, a recently emphasized aspect, considers the impact of tourism on residents’ perceptions and is intertwined with the birth of the overtourism phenomenon.

Sustainable tourism is another lens through which overtourism is viewed, emphasizing the importance of responsible tourism development. However, some argue that the concept’s validity is questionable, and it is more of a theoretical marketing ploy.

Overtourism’s global nature is evident, but a local and authentic outlook remains crucial. Seasonality, urbanization, and economic perspectives also contribute to the complexity of overtourism, making it a multifaceted issue that demands attention and sustainable solutions.

In conclusion, overtourism presents a multifaceted challenge requiring careful consideration of economic, social, and environmental factors. Balancing the benefits of tourism with the well-being of residents and the preservation of local culture is essential to creating a sustainable and enjoyable travel experience for all.

For a more in-depth analysis and a comprehensive exploration of overtourism, you can refer to my original thesis where I delve into the subject matter in greater detail.

Geçmişe Takılı Kalma Erozyonu ve 7 Olası Nedeni

Reading Time: 4 minutes

Geçmiş bizi biz yapan, karakterimizi oluşturan ve hayata bakış açımızı şekillendiren bir unsur. Bir yandan da geleceğimize yön veren bir arka gelen bir ışık, aydınlatma. Peki ya geçmişte hoşumuza gitmeyen bir şey yaşadıysak ve bu noktada takılı kaldıysak ne olacak? Yatılı okul lise yıllarımdan hatırladığım ve üst dönemlerle sohbet ederken arada geçen hoş bir söz vardı: “Yaşadığın yeri cennet yapamadığın müddetçe, kaçtığın her yer cehennemdir”. Yanılmıyorsam Osho’nun bir sözü.

Tabii ki herkesin deneyimi kendince en büyüktür, en zor şeydir; yaşayan bilir diye boşuna dememişler. Belki bu kaderde vardır, belki bu kişi zaten böyle doğmuştur veya bu olay kişiyi kişi yapacak olaydır ya da kendine acı çektirmeyi seviyordur. Her şey olası ama en öenmlisi bir an önce kendine gelmektir, çünkü zaman en değerli şey ki bu da eninde sonunda bu kadar zaman kaybetmeme değecek bir şey değilmişle sonuçalanacak.

Ben bu geçmişe takılı kalma olayını erozyona benzetiyorum. Yani zaman içinde zaten olması gereken şey, kendi hatamızla veya başkasının hatasıyla doğal olarak olur. Bizden bir şeyler götürür, eğer biz bu hatayı görüp bir yenilikle takılı kalmadan cevap verirsek, ders almış ve daha sağlam oluruz. Ya da o erozyon yıllar boyunca kişiden kişiyi götürmeye devam eder. Ya da tutup da oradan kaçıp başka bir yere gidersek o kafada problemi de beraberinde götürdüğümüz için geçmişte takılı kalma devam eder. Yani bahsedilen iyileşme gelcekte bir zamana bırakılır, o an iyileşme istenmez ve kabullenme olmaz.

Travmatik deneyimler içinde kendimizi sıkışmış hissederiz. Ancak iyi günlerde bile bir “sıkışmışlık, takılı kalma” hissi vardır. Bu, sahip olduğumuz en yaygın duygulardan biridir ve hayat ilerlemez. Gittiğimiz yer asla varamayacakmışız gibi görünür. Nerede olduğunu bile bilmeyiz. Ancak neler olduğuna dair farkındalık getirdiğimizde ileriye doğru hareket etmeye başlayabiliriz. Gözlemlerime göre geçmişe takılı kalma hissini yedi neden altında birleştirdim.

7. Duygular geçmişe dönüktür.

Mevcut yaşamımızda hala travmatik bir olaydan içerisinde değilsek, duygusal durumumuz muhtemelen bir geçmişe dönüştür. Travmatik duyguların yüzeye çıkması için dramatik tetikleyicilere ihtiyaç yoktur. Çoğu zaman onların gün yüzüne çıkmasına neden olan kalıpları ve olayları göremeyiz. Çözülmemiş bir geçmişten kaynaklanan duygusal bir durumda günler geçirebilir ve bunun farkına varamayız bile. Bu da çocuklukta başlayan kalıpları tekrarlamamıza neden olacaktır. Duygusal durumumuz onları çağrıştırdığı için kalıplardan çıkmak için mücadele etmek gerekir.

6. Durumu çözmek için geçmişi tekrarlamak gerektiğine bilinçsizce inanmak.

Geçmişi tekrarlamak için bilinçli bir arzuyla yaşamanızı önermek yanlış olur. Bunu kimse istemez. Ama muhtemelen çok aktif bir bilinçsiz dünyaya sahip olabilir ve iç dünyada yersiz kendini suçlama döner durur. Neyi yanlış yaptığını anlamak isteyen en az bir iç çocuk vardır. Böylece, neyin yanlış gittiğini anlamak için bilinçsizce geçmişi tekrar eden durumları ve simulasyonları seçecektir. Bu pek de işe yaramaz çünkü geçmişteki veya şimdiki istismarcılar asla ihtiyacımız olanı vermezler.

5. Hissizleşmenin hissetmekten daha iyi olduğunu düşünmek.

Bir travma yaşamak, getirdiği duygularla insanı bunaltabilir. Geçmişte bu travmayı çözemez ve bu duyguları ihtiyaç duyduğunuz şekilde ifade edemeyebiliriz. İnsanın bu duyguların tehlikeli olduğunu söyleyen savunmaları olabilir. Gerçekte, değillerdir ama. Savunma mekanizmaları yaşam kalitesi için çok daha tehlikelilerdir. Ancak yolculuğun bu noktasında buna inanmak zor olabilir. Geçmişin duygularını ifade etmeden, şimdiki anın dikte etmesini engelleyemeyiz. Bu duygular, fiziksel olarak nasıl hissettiğinizi bile etkileyebilir ve bu da kesinlikle geçmişe takılı kalma hissi yaratır. İnsan sosyal bir varlıktır, diğer insanlardan kaçmayın. Saygı çerçevesinde iletişim ve bağ kurmaya çalışın.

4. Mükemmeliyetçilik ve onaylanma ihtiyacı.

İç dünya çalkantılı olduğunda, odak dış dünyaya kayabilir. Geçmişteki kayıpların acısını dış dünyadan onay alarak çözebileceğimize bir an inanabiliriz. Mükemmel bir yaşamla mükemmel bir maske oluşturabiliriz, ancak bu her zaman bir savaş gibi gelir. Dünyaya iyi olduğumuzu, belki de iyiden daha iyi olduğumuzu göstermeye çalışırken, çözülmemiş bir geçmişten gelen iç kargaşaya karşı savaşıyoruzdur. Ama iç dünyamızı keşfetmek ve iyileştirmek yerine kendimizi dışsal etkenlerle tüketmeye başlarız bu sefer.

3. Hayatta daha fazlasına veya olduğuna layık olmadığına inanmak.

Değer eksikliği, iyi ve amaçlı bir yaşama karşın en yaygın duvarlardan biridir. Boşlukla doludur ve başkalarını rahatsız etmemeyi söyler. Eğer hak etmiyorsam denemenin de bir anlamı yok der. Denemeden önce kendimizi durduruz. Bu duyguyu mükemmeliyetçilikle güçlendirsek de, atmak istenen o cesur adımları engelleme güdüsü her zaman oradadır.

2. Güçsüz hissetmek.

Güçsüzlük hissi, çocukluk travmasına veya geçmiş problemlere karşı verilen yaygın bir tepkidir. Hepimizde bir derece vardır. İstediğimizi beyan etme gücümüz olmadığına inanıyorsak, muhtemelen başlamayız. Ama bu güçsüzlük, gerçekten gücünüzün olmadığı geçmişten gelir. Bugün için geçerli olmayan duygusal bir geri dönüş. Güçlü bir adım atmaya çalıştığımızda ortaya çıkan güçsüz düşünceleri sorgulamızda yine çıkmaza gireriz.

1. Ne olduğunu hatırlamamak.

Travma çözülmeye, karakter bölünmesine yol açar. Bu sadece ciddi travması olanlar için değildir. Karakter bölünmesi bir dereceye kadar hepimizin içinde vardır. Bu süreklilik içinde olan bir şeydir. Yemeği buzdolabına koyduğunu unutmak kadar basit olabilir. Ancak, çok geçmişten kalma bir şeyin bilinçte yaşamaması muhtemeldir. Bu buzdağının görünmeyen yüzünde kalır. Bu olduğunda ise başınızı kaşır ve “Neden bu sürekli başıma geliyor?” deriz.

Hayatta atabilecek en güçlü adımlardan biri dikkat etmektir. Yavaşlamak ve kendinizi daha derin bir düzeyde tanımak için biraz zaman ayırırsanız, sizi tıkayan şeyleri çözmeye ve istediğiniz yaşamla ilerlemeye başlayabilirsiniz. Bu çıkmazdan çıkmak, kendini değersiz hissetmekten kurtulmak ve gerçekçi cesur adımlar atmak için güzel bir başlangıç olacaktır.

Bu yazı bağımsız bir kişi olarak gözlemlerime ve araştırmalarıma bağlı olarak oluşturulmuştur. Bazı noktalar kapsayıcı olmayabilir veya eksik olabilir, bu yüzden profesyonel yardıma ihtiyacınız olduğunuzu düşünüyorsanız doktorunuza başvurun.

Centralized Fear Relationships: Just Occupying The Partner and Feeling Safe

Reading Time: < 1 minute

Fear relationship is phobia and anxiety disorder resulting in feeling compelled to have a relationship as a result of fear of the future, missing out social phobia. In other words, we can call this having their back to the wall when that relationship is not for them or not needed and occupying someone’s life. Some call this selfish love by having someone for their needs and interests while not giving something in return or not caring about the other side.

The individual controlling the relationship, because of anxiety, shapes the direction of the relationship and becomes the manager. They appear when they need love, hope and compliments, and other times they ignore the other partner’s existence. If the partner does not realise what is happening, similar issues would appear in them later on as their dreams and desires are postponed or ignored. For instance, the partner may want to move together or have a couple trip to somewhere, yet these do not find a response. The fear relationship may end up “you and we” form and one-way emotions. Most probably, the distance replaces the intimacy.

Where Does This Fear Relationship Come From?

This fear can result from any number of dysfunctional bonding experiences ranging from early childhood toxic parental attachments to relationship failures in adulthood. These negative tendencies are based on deep-seated feelings that they developed in early childhood of being essentially bad, unlovable or deficient. In another way, it can also be a situation of being stuck on an event experienced in adulthood and not being able to overcome it. Another option may be the inability to show up themselves due to the lack of self-confidence, and it may be difficult for the other partner to understand this because of low intimacy.

Degrowth (Büyümeme veya Planlı Küçülme) Nedir?

Reading Time: 2 minutes

Degrowth (büyümeme ya da planlı küçülme), her ne pahasına olursa olsun büyümeyi sürdüren, insan sermayesini sömüren ve çevresel yıkıma neden olan küresel kapitalist sistemi eleştiren bir fikirdir. Aktivistlerin ve araştırmacıların planlı büyümeme hareketi, kurumsal karlar, aşırı üretim ve aşırı tüketim yerine sosyal ve ekolojik refahı ön planda tutan toplumları savunuyor. Bu, yeniden bir radikal sermaye dağıtımı, küresel ekonominin maddi boyutunda küçülme ve ortak değerlerde özen, dayanışma ve özerkliğe doğru yönelmeyi de gerektirir. Büyümeme, ekolojik adalet ve herkes için iyi bir yaşam sağlamak için toplumları dönüştürmeyi amaçlar.

Degrowth’un (büyümeme ya da planlı küçülme) olmazsa olmazı:

Herkes için onurlu kendi kaderini tayin eden bir yaşam için çabalamak.
Doğal bir şekilde sürdürebilir ekonomi ve toplum.
Küresel Kuzey’de üretim ve tüketimin azaltılması ve tek taraflı Batılı kalkınma paradigmasından ayrılma. Küresel Güney’de özgür bir sosyal örgütlenme.
Gerçek siyasi katılıma izin veren demokratik karar alınabilen ortam.
Ekolojik sorunları çözmek için tamamen teknolojik değişiklikler ve verimlilikteki iyileştirmeler yerine sosyal değişimler ve yeterliliğe yönelim. Ekonomik büyümeyi kaynak kullanımından ayırmanın mümkün olmadığının tarihsel olarak görmek mümkün.
Açık, bağlantılı ve yerelleştirilmiş ekonomilerin yaratılması.

Bu küçülme tanımı, Leipzig’deki degrowth konferansında organizasyon ekibinin uyarladığı tanıma dayanmaktadır.

Neden “degrowth” kelimesi?

İngilizce konuşanlar bazen ‘degrowth‘ kelimesini sorunlu bulur ve bu yanlış anlamalara yol açabilir. Sadece kelimeyi okumak, olumsuz ve bazıları için ekolojik olmayan bir çağrışım içeriyor. Ancak terimin kökeni başka bir şey değildir. Fransızca’da “la décroissance” veya İtalyanca’da “la decrescita“nın feci bir selden sonra normal akışına geri dönen bir nehri ifade ettiği Latin dillerinde bulunur. İngilizce “degrowth” kelimesi, 2008 yılında Paris’te yapılan ilk uluslararası küçülme konferansından sonra öne çıktı. O zamandan beri akademik yazılarda ve medyada yer aldı ve sosyal hareketler ve paydaşlar tarafından kullanılmaktadır. İngilizce’de kolay kolay ağzımızdan çıkmayan bir terim kullanmanın bir avantajı da aksaklığa yol açmasıdır. Almanca çeviri olarak metinlerde “Postwachstum” kullanılıyor. “Wachstumsrücknahme” ve “Entwachstum” kelimeleri de eş anlamlı olarak kullanılır.

VIdeo Portfolio